herkese tekrar merhaba.
New York'taki 6. ayımızın içindeyiz. vize uzatma başvurularımızın uscis'e ulaştığı ve dosyalarımızın inceleme sürecinin başladığının haberini uscis'ten aldık.
bundan sonraki süreçte ek bir inceleme belgesi veya eksik bir belge durumu çıkmazsa 2-3 ay içinde biometrics randevusu için (gerekirse) haber bekleyeceğiz.
biz buraya gelmeden önce YouTube ve diğer mecralarda gitme kararı verenlerin paylaşımlarını dört gözle bekliyorduk. acaba gitmekle doğru kararı verdiler mi? hayatlarında mutlular mı? artık burada olduğumuz için bu soruların cevaplarını merak eden yeni insanlar için kendimce kısa bir özet geçmek isterim. Hayatımızda bu 6 ayda neler değişti? iyi mi yaptık, neleri özlüyoruz? yine konu başlıkları içinde toplamaya çalışacağım. Aslında yazacaklarımın birçoğunu zaten çok iyi biliyorsunuz.
ekonomi: bu başlıkla konuya girmemin nedeni satın alma gücünüz olduğunda mutluluğun ve rahatlığın bir anda psikolojiyi ne kadar etkilediğini gösterebilmek. 8 yıl kadar önce bir başka platformda konuyu kaleme aldığım birim mukayesesi aslında üzerinden zaman geçince anlıyorum ki yanlışlıklar barındırıyor. yani Amerika'da harcanan 8 birim para, Türkiye'de harcanan 8 TL'ye eşittir önermesi temelinde yanlış bir iddia. Çünkü 8 TL'nin bir Türk'e ifade ettiğiyle 8 USD'nin bir Amerikalı'ya ifade ettiği farklı tamamen farklı.... Konuya saatlik ücretler bazında baktığınızda ödediğiniz para karşılığında satın aldığınız ürün/hizmet eşitliğini daha iyi ve adil bir şekilde masaya yatırabiliyoruz.
buradaki giriş seviyesi bir işin saatlik ücreti ortalama 15 dolar seviyesinde. (genelde vergi dahil başlangıç seviyesi paraların 17-18 usd civarında olduğunu söyleyebilirim) 8 saatlik bir shiftin sonunda günlük kazanç için 120 usd diyebiliriz. Türkiye'de asgari ücret 5.500 TL olduğu için haftada 40 saat çalışan birinin saatlik ücreti yaklaşık 35 TL'ye, 8 saatlik bir mesai sonrasında günlük kazancın 280 TL'ye geldiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla NY'da çalışma izni olan birinin kazancı olan saatlik 15 USD eşittir, İstanbul'daki saatlik 35 TL diyebiliriz. Ancak bu başlangıç seviyesi olan paralarla neleri ne kadar alabildiğiniz kısmı epey değişiyor. Örneğin, NY'da en yaygın süpermarketler olan ve aşırı ucuz iddiasında olmayan Trader's Joe ve Amazon'a ait olan Wholefoods marketleriyle İstanbul'daki Migros'ları, karşılaştırmak yerinde olacak. Yoksa iki şehirde de daha ucuz rakamlarla hizmet veren marketler de mevcut.
Örneğin Trader's Joe'da 12'li büyük boy kahverengi yumurta (organik) 4 usd (vergi dahil).
Migros'un kendi markası olan Mjet 10'lu büyük boy kahverengi yumurta (organik) 39.5 TL.
Bu durumda NY'ta yaşayan en alt gelir düzeyindeki bir çalışan 12'li yumurta almak için 15 dk çalışmak zorundayken İstanbul'da en alt gelir düzeyindeki bir çalışanın 10'lu yumurta için 1 saat 10 dk civarında çalışması gerekli. Yalnız bu 70 dakikalık mesainin içinde 70 dk gerçek çalışma yapması lazım. Yani akşamki derbinin geyiği bu süreye dahil değil.
Yumurtayı kırıp kahvaltıyı başlattığımıza göre yanına bir kahve yapalım. Starbucks'ın çekirdek kahvesi burada 12 oz olarak satıldığı için yaklaşık 340 gramlık paketlerde 14 dolara yerini alıyor. Türkiye'deki fiyatı 210 lira civarında.
Bu durumda yine bir Amerikalı yaklaşık 1 saatlik mesaiyle 340 gramlık çekirdek kahvesini alabilirken, Türkiye'de 250 gramlık çekirdek kahve için 6 saat çalışmak lazım.
Kahvaltımızı ettiğimize göre kabanımızı alıp dışarı çıkabiliriz. Kaban demişken eksi 15 dereceye kadar sıcak tuttuğunu iddia eden Calvin Klein marka kaz tüyü mont burada 70 usd'ye satılırken, aynı mont İstanbul'da 5 bin TL. İsteyenlere özelden linkleri gönderebilirim. Bu durumda bu montu alabilmek için Amerikalı 4,5 saatten biraz daha fazla çalışmak zorundayken, bir Türk'ün maalesef 143 saat çalışması gerekiyor. 143 saat bir anlam ifade etmediğinden başka bir ifadeyle yaklaşık 18 gün çalışması gerek ki kabanı alabilsin. Timberland bot burada yaklaşık 130-150 usd aralığında, Türkiye'de 4.200 TL. Amerikalı 9 saat çalıştığında botu alabilirken Türk 15 gün çalışırsa botu alabiliyor.
araba, ev, televizyon, telefon örneklerine hiç girmiyorum çünkü bu dramatik farkı tatsız seviyelere doğru taşımaktan başka bir işe yaramıyor. bu örnekleri farklı ürün ve hizmetlerle karşılaştırıp çoğaltmak pekala mümkün ancak sonuçlar hep aynı. işte bu satın alma gücünü etrafta gezerken gördüğünüzde ve bizzat yaşadığınızda üzerinizde çok ciddi bir hafifleme oluşuyor. sanki tonlarca yüklük bir baskıyı omuzlarınızdan atmışsınız gibi. dünyanın en önde gelen ülkelerinden birini Türkiye'yle kıyaslamak belki adil değil ancak biz de insanız ve sadece bir kez geldiğimiz bu dünyada siyasiler için çalışmaktansa kendimiz için çalışmak istiyoruz.
Aslında bu konuyla ilgili asıl söylemek istediğim buranın çok ucuz Türkiye'nin çok pahalı olduğu meselesi değil. Burada ciddi bir enflasyon artışı var ve gıda fiyatları 6 ay öncesine göre bile bugün daha pahalı. Asıl söylemek istediğim; insani temel ihtiyaçların nasıl giderileceği konusu hayatımızın tam ortasında ve yıllardır giderek daha da büyüyen bir koca delik. İçine almadığı meslek gurubu yok. Bütün bir hayatı bu sorunun etrafında dolaşarak geçirmek kadar üzücü bir şey yok.
Çok daha anlamlı hayatlara sahip olabilecekken sadece bu meseleyle ilgilenmek zorunda kalıyoruz. Yazık hayatlar...
İstanbul'un meşhur trafiğinden sonra NY'un hafta sonları biraz sorunlu çalışan metro sistemi olsa da bize bu stressiz hayat çok iyi geldi. 127 dolara aldığınız metro kartınız cebinizdeyken ny'un 5 mahallesi içinde istediğiniz gibi sınırsızca ulaşım sorununu hızlıca çözebiliyorsunuz.
Kültür sanat alanında NY açık büfe gibi. Broadway showları pek ucuz olmasa da insanın ağzını bırakacak kadar iyi. Alaaddin'in sihirli lambasından çıkan cini öyle bir düzenekle sahnenin herhangi bir noktasından çıkarabilmeleri ya da uçan halıyı nasıl öyle uçurabildikleri meselesi 3 dilek hakkından birini buna kullanmak isteyeceğiniz kadar sizi etkiliyor. Üstelik bu şovu izleyeceğiniz New Amsterdam Tiyatrosu 1903 yılında ilk kez kapılarını açmış. Bilmiyorum İstanbul'da kaldı mı böyle yaşayan ve yaşatılan tarihi kültür merkezleri. Bunun dışında MET ve MOMA'nın dışında şehirde çok fazla sayıda sanat sergisi mevcut, bunların bazıları ücretsiz. Lincoln Center'da canlı klasik müzik konserlerini ya da Madison Square Garden'da NBA maçlarını izleyerek gerçek bir New Yorker deneyimi yaşamak mümkün.
Yazıyı buraya kadar sabırla okuduysanız merakınızı gidermenin vaktidir, her şey gerçekten bu kadar kusursuz mu? Tabii ki hayır.
Hatta şöyle ifade edeyim, bahsettiğim satın alma gücünün hafifliğini ortalama bir Amerikalının aklından bile geçirmediğine emin olabilirsiniz. Yani bizi derinden etkileyen bu durum onlar için yok hükmünde. Bu biraz da, görebildiğiniz, duyabildiğiniz, işitebildiğiniz, düşünüp konuşabildiğiniz organlarınıza doğuştan sahip olduğunuz için sürekli şükran duygusu taşımamak gibi. Onların da böyle bir mutluluk hormonu yok. Bir Amerikalı'yı çevirip ''biliyor musun elinde tuttuğun iPhone, Tr'de 45 bin lira, asgari ücretin 9 katı, yani bu telefonu yaklaşık 25 bin dolar ödeyerek satın aldığını düşün dediğinizde ilgisini tamamen yitiriyor. Çünkü onun için bir telefonun 25 bin dolar olabilmesi diye bir seçenek yok. Tıpkı bir filin lastiği olabileceğini düşünsene demişsiniz gibi size bakmaya başlıyorlar. Bunu bizzat denediğim için not düşebilirim.
New York'ta yazın epey sıcaktı kışın da oldukça soğuk olacak. Bu açıdan İstanbul'un havasının genel anlamda daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak hava temizliği açısından İstanbul'dan sonra çok mutluyum. Burada legal olan ve özellikle Brooklyn'de yoğunlaşan ot kokusunu saymazsam tabii.
Sigara içmeyen biri olarak beni en mutlu eden şeylerden biri de, kitabımı ve kahvemi alıp bir kafenin bahçesinde birkaç saat oturduğumda sigara içen bir kişinin bile dumanına maruz kalmamak. Gerçekten sigara içen birini görmek için özel olarak dışarıda birkaç saat yürümeniz lazım. İstanbul'da ben böyle bir kafeye pek denk gelmedim. Özellikle Starbucks'larda herhangi bir dış masaya oturduğunuzda masanın üstünde uçuşan küller, tam ortada duran dokunmak bile istemediğiniz küllük kötü bir görüntü olarak maalesef hafızamda.
Genel olarak mutluyuz, ailelerimizi özlemenin, yaşadığımız bu hafifliği onların da yaşamasını istememiz dışında pek bir sorunumuz yok. Ancak her şeye rağmen kendimizi bir Amerikalı gibi hissedemiyoruz, çünkü değiliz. Sanırım uzun vadede bireyin aşması gereken en önemli mesele bu.