tekrar merhaba. uscis'ten bugün biometrics randevu tarihimizi bildiren mektuplarımızı aldık. haftaya parmak izi ve biyometrik fotoğraf çekimi için çağrılıyoruz. açıkcası bu kadar erken olacağını düşünmemiştim. bununla birlikte ny'daki yaşam kültürü üzerine 6 ay içinde fark ettiğim bazı ek notlarım daha olacak, onları da sizinle paylaşmak isterim.
bir önceki yazımda saatlik ücretlerin istanbul ve ny şehirlerindeki alım güçlerini ortaya koymaya çalışmıştım. örnek birkaç ürüne sahip olabilmek için her iki şehirde ne kadar süre çalışmak gerektiğini incelemiştim. işin bir de ürün kalitesi boyutu var tabii, atlanmaması gereken. örneğin burada plastik çatalla eti bile kesebilirsiniz, plastiğin kalitesini öyle anlatayım. Türkiye'de bunu yapmayı denemeyeceğinizi biliyorum. meyve-sebze kalitesine daha ilk yazımda zaten değinmiştim. öte yandan bulaşık ve çamaşır deterjanı formülleri Türkiye'deki kadar güçlü değil. öncesinde reklamcı olduğum için markaların tüketici araştırmalarında çıkan sonuçlara göre formüllerini belirlediğini biliyorum. bizim insanımızın temizlik sözkonusu olduğunda içgörüsü, ''bulaşıklarım gıcır gıcır olsun, çamaşırım kar gibi bembeyaz olsun'' şeklinde gelişirken burada özellikle kimyasal içerik asla istenmiyor. bu durumda Türkiye'de temiz tabaklarda, bardaklarda yiyip içiyoruz da ne kadar sağlıklı orası belirsiz. burada da tabaklar, çatallar pek de o kadar güzel temizlenmiyor ama amaç sağlıktan ödün vermemek. benim gibi temizlik takıntılıysanız aklınızda bulunmasında fayda var.
diğer bir konu satın alma gücününün iki farklı yönüyle ilgili. metro istasyonunda yerleri süpüren çok yaşlı bir mta görevlisinin kolunda Apple Watch görmek son derece sıradan. bilet gişesinde oturan görevlinin iPhone 13 pro kullanması da öyle. öğle yemeği arasında kaldırımın üzerinde oturup yemeğini yiyen inşaat işçilerinin ayaklarında Timberland bot görmek de. iPhone 14 pro almak isteyen biri kredi skoru yeterliyse, 3 saatlik bir çalışma karşılığında tarife artı cihaz kampanyalarının aylık taksidini ödeyerek sınırsız internet ve sınırsız konuşma ile iPhone 14 pro'ya sahip olabiliyor.
ya da yeterli kredi skoruna sahip herhangi bir Amerikalı BMW elektrikli 3.30 e xdrive'a 5 bin dolar peşinat ve aylık yaklaşık 750 dolar ödemeyle sahip olabiliyor.
Bu örnekleri çokça duyduğunuzu ve artık bunun bir haber değeri taşımadığını biliyorum. Ancak ilginçtir ki benim gördüğüm çevrede iPhone 14 pro da, otomobil almak da öyle bize geldiği gibi cazibeli bir iş değil. Hayır, BMW alman arabası olduğu için değil, alınası daha güzel arabalar için de durum aynı.
Şehir metroyla ulaşımı çok cazip bir hale getirmiş. arabayla bir yere gitmek istediğinizde metrodan çok daha uzun süreler trafikte kalıyorsunuz. Aylık 300 dolarlık ödemeyle alınacak hibrit araçlar olduğu halde aylık 127 dolarlık metro kartları çok daha fazla tercih ediliyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri de arabaların yürütme maliyetlerinin çok olması. vergiler, yüksek park ücretleri ve araçların 2.el değer kayıplarının çok fazla olması bunda etkili.
Hal böyle olunca şehrin her yerinde bisiklet kullanan insanlar görüyorsunuz. Bisikletin avrupa şehirlerinde çok rağbet gören bir araç olduğunu biliyordum ama burada da yaşlısından gencine her yaştan insan gerçek anlamda bisikleti ulaşım aracı olarak kullanıyor. Gecenin bir vakti etekle bisiklet kullanan kadınları görünce
içinizde çiçekler açıyor. Üzerindeki insanları mutlu etmek için tasarlanmış güzel bir şehirde yaşadığınızı hatırlıyorsunuz.
Satın alma gücünün yüksekliği beraberinde başka bir şey daha getiriyor. tüketim inanılmaz fazla. o yüzden her apartmandan çıkan çöp miktarı da çok fazla. Google'da basit bir aramayla bulabileceğiniz üzere şehrin ızgara yapısı yüzünden çöpler üst üste yığılıyor, düzenli olarak toplansa da belirli gün ve saatlerde çöp yığınlarını görebiliyorsunuz.
Oradaki ekonominin artık tamamen serbest düşüşe geçtiği haberlerini alıyoruz. Geçen gün eşimle İstanbul'daki hayatımızda her zaman yaptığımız kayıtlı alışveriş listemizi tekrar sepete ekledik ve çıkan rakamı görünce inanın 'üzüntü' ifadesi yetersiz kaldı. Bunun elbette sorumluları var ama asıl umut kırıcı olanın 40 yıllık hafızamda kaldığı kadarıyla ülkemin sürekli yoksullaştırılma politikalarına maruz bırakılması olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede iktidar değişse de kendi zenginini yaratırken geri kalanı yoksullaştırmaktan hiç korkmayan zihniyet hep orada. paradan 6 sıfır atılınca bir anda zenginleştiğimizi sandık, bunun böyle olmadığı apaçık ortada.
bir terslik çıkmaz da öncesinde dönmezsek 5-6 ay sonra geri geleceğiz istanbul'a. bizi hangi duyguların karşılayacağını bilmiyoruz. aile özlemleri mi, keşke dönmese miydik pişmanlığı mı? inanın her şey satın alma gücü de değil. kendinizi iyi ifade ettiğiniz bir işiniz ve çevreniz varsa buraya geldiğinizde o en güçlü kanatlarınızın artık olmadığını düşünün. insanın kendini iyi ifade edebilmesi inanın hiç azımsanmayacak kadar değerli. maalesef ingilizceniz ne kadar iyi olursa olsun, o ifade gücünü başka bir dilde karşılamanız çok ama çok zor. gelmeyi düşünenlerin aklında bulunması gereken bir başka detay.
sevgiler,