Konuyla ilgili bir alıntı yapmak isterim:
"yazarların yurt dışına göç edememe sebebi
yıllar önce bir adamla tanışmıştım. amerika'ya gitme şansı olmuş, herşeyi denkleştirmiş ama havaalanından dönmüş. uzun uzun anlatmıştı, gidemedim cesaret edemedim, yapamadım diye.
benim ilk defa tek başıma yurtdışına gidişim 20-21 yaşlarındayken rusya'ya olmuştu. bir önceki gece ne kadar stresli olduğumu hatırlıyorum, günü yaklaştıkça çok korktuğumu hatırlıyorum, tek başıma ne yapacağım, nasıl edeceğim filan. elimden ayağımdan kan çekiliyor gibi hissettiğimi hatırlıyorum, korkudan... ama ne oldu? gittim, bir 3 ay rusça dil okudum geldim (kadınım, cidden dil okumaya gittim, başka bir şeye değil, hemen kaşınız gözünüz oynamaya başlamasın).
o amerika'ya gidecekken havallanından dönen adam inanılmaz saygımı kaybetmiştim. bir anda gözümde üç kuruşluk oldu adam. ki biliyorum yani nasıl bir duygu o korku.
şimdi benim gördüğüm kadarıyla bir çok genç, zeki, girişken, çalışkan, inatçı insanda bu cesaret var. elinden ayaklarından kan çekiliyor gibi hissetse de, heyecanla karışık korkular içinde olsa da inatla biniyor uçağa gidiyor.
benim gördüğüm büyük hataları sayayım, bu kadar para zaman ve duygusal emek yatırdıktan sonra niye bazıları türkiye'ye geri döndü...
giderken başkasına güvenmek çok büyük hata. "tanıdık var, yardımcı olur" diye gitmeyin hiç bir yere. amcanın yanına gitmek diye bir şey olmuyor. herkes kendi canının derdinde. türkiye'de olsa sana yapacağı iyiliği, yabancı ülkede yapamayacak vaziyette olabiliyor. yabancı ülkede koşullar çok farklı olabiliyor bazen. tanıdık varsa, sana yapacağı en büyük hayır ancak neyi nerede ucuza bulursun onu söylemek olabilir, ney nerede bulunur, nasıl kazık yemeden işini görürsün filan. yoksa "gider ilk 2 ay evinde kalırım, iş bulana kadar" filan diye gitmeyin. zaten de çirkin bir şey yani o derece başka birinin üstüne yıkılmak. hiç yardım istemeyin demiyorum. ama eğer vize, iş bulma, kalacak yer filan gibi temel şeyler için başkasına bel bağlıyorsan, muhtemelen o ülkede kalıcı da olamıyorsun, kapağı atamıyorsun. kendi planını yapman lazım.
başka bir tanesi aile desteği. yani türkiye'de kalanların destek vermesi lazım. annen baban ağlaya dövüne seni sürekli geri çağırıyorsa hakikaten olmuyor bu iş. yurtdışında, bırak aileni, arkadaşlarından bile uzakta, zaten aşırı bir yalnızlıkla baş etmek zorunda kalıyor insan, özellikle ilk bir kaç yıl. bak "yıl" diyorum, çünkü elbette daha ilk günden arkadaş edinirsin, seni oraya buraya çağırırlar ama hepsi sonuçta yeni yeni insanlar. derin arkadaşlıklar geliştirene kadar o yalnızlık yakanı bırakmıyor. o da zaman alıyor. sen o yalnızlık içerisindeyken ailenin skype'tan sana güler yüz göstermesi "sık dişini, yapacaksın" demesi bambaşka, "seni çok özledim, hasretinden hasta oldum, geri gel" demesi başka. on kat, yüz kat, bin kat ağır oluyor insana.
başka bir tanesi değişime açık olmak. bak adam cesaret etmiş, sebat etmiş, etinden tırnağından arttırıp para biriktirmiş, yabancı ülkeye gelmiş..ama hala karşısında çıkan her durumda "türkiye'de şöyle, türkiye'de böyle" diyor. insanların türkiye'de davrandığı gibi davranmalarını bekliyor ve bunu göremezse tavır koyuyor. bak türkiye'nin, türklerin bir kültürü var. bunun "normal" olmak yerine "kültür" olduğunu anlamak gerekiyor. yoksa ne arkadaş edinebilirsin, ne iş bulabilirsin, ne eş bulabilirsin. kız yada erkek arkadaşının bir türk kızı ya da türk erkeği gibi davranmasını beklersen, davranmadığında kırılıp bozulursan olmaz. farklı bir anlayışı anlamaya açık olmak lazım. ya da profesyonel ilişkilerde. şirketin, devletin, kanunların senden ne beklediğini, neyi nereye kadar esnetip esnetemeyeceğini, ne kadar resmi, ne kadar laubali olmak gerektiğini, hatta hangi şakaların ok, hangilerinin not ok olduğunu bile türk standardında değerlendirmekten, bulunduğun ülkenin standardında değerlendirmeye geçiş yapabilmek lazım. yani ne demek istediğim anlaşıldı mı bilmiyorum, örnekle anlatsam daha iyi olacak ama aklıma gelen örnekler hep çok spesifik ve konuyu tek tek durumlara indirgemek istemiyorum. değişime açık olmayan adam uyum sağlayamıyor, her yaptığı girişimde zorlanıyor ve sonuçta da yılıyor. yılmayanı da zaten kendi ufak türk gettosunu kurup hep türk amcalar teyzelerle takılıyor, o ülkenin içine tam olarak karışamamış oluyor. 10 sene, 20 sene de orada yaşasa hala turist gibi oluyor. 70-80'lerde almanya'ya işçi giden kocasının yanına gidip bütün gün türk eltisiyle dedikodu yapan ev kadını için bu olur. ama senin için olmaz. gideceksin, çevre yapacaksın, kariyer yapacaksın filan.
sonuncusu ve en önemlisi de dil elbette. dil bilmemek benim tanıştığı bir sürü cesur, sebatlı, girişken insanın suçu değil. türkiye'de "dil biliyor" kabul edilen şey, yurtdışında "çat pat konuşuyor"a dönüşüyor. eğer dil biliyorsan, değişime açıksan, halini tavrını ve kafayapını o ülkenin profesyonellik anlayışına göre ayarlayabiliyorsan mesleğin ne olursa olsun iş bulursun. mesleğinde bulmazsın belki ama illa doğru dürüst bir iş bulursun (bir çok gelişmiş ülkede. mozambik'e gidiyorsan bilemem.) çünkü hem şirket içi, hem dışarıya karşı iletişimi yormayacak bir adam olman gerekiyor işverenin gözünde. ufak tefek gramer hatalarından bahsetmiyorum, o kimsenin umurunda değil, ama birisi sana uzun ve kompleks bir mevzuyu anlattığında "ney?" demeden havada kapabilecek kadar dil biliyor olman gerekiyor. hele de ilk gittiğinde zaten muhtemelen ilk bakacağın işler vasıfsız işler olacak, tezgahtarlık, satıcılık, garsonluk filan gibi. bu demektir ki vahşi kalabalıkla muhatap olacaksın. kendi mesleğini, teknik terimleri filan çok iyi bilsen de, kendi mesleğinde profesyonel kalıcı bir işl bulana kadar, müşteri hizmetleri, retail, servis filan gibi alanlarda çalışacaksın. bu da ne demek, vahşi kalabalıkla, yani her tür eğitim seviyesinden, her tür aksanla konuşan insanlarla muhatap olacaksın. hepsini anlayabilmek gerekiyor. eğer ki sana gelip "gaadaş bize dööt dane bi buçuh, az eyilerden veee.." diyen adamı (ya da bunun ingilizce versiyonu mesela) anlayamayacaksan garson olarak da iş bulamıyorsun, o yüzden de ilk zamanlarda tutunamamış oluyorsun, bildiğin konuda iş bulmaya sıra gelemiyor. çünkü gerçek hayat öyle bir şey. ingilizce dersi gibi değil.
sonuçta paran olsa bile gidememe sebepleri, plansızlık (başkasına güvenme), ailenin desteklememesi, değişime ayak uyduramamak ve dil yetersizliği.
ya kendi ilk tek başıma gidişimden bahsetmiştim entry başlarında.. sonra kalkıp tek başıma amerika'ya gittim. en son da kalkıp yeni zelanda'ya geldim. burada çok iyi, çok çalışkan, çok zeki, çok girişken türk arkadaşlarım oldu. birer birer döndüler. her bir seyahat bir öncekinden kolay oldu. kendi anlayışımdan farklı kafa yapılarıyla geçinmeyi, hatta onları sevmeyi öğrendim. kendimden başkasına güvenmemeyi öğrendim (ki bunu kızarak, teessüf ederek söylemiyorum, haklı yani adamlar, herkes kendi derdinde). şimdi artık 4 yıldan fazla oldu, yeni zelanda'da yaşıyorum. gelip de geri dönen her bir arkadaşıma keşke daha çok yardım edebilseydim diyorum. ama edemedim. ben de kendi derdimde olduğum için. kimisinin ailesi ayağına dolandı, kimisi dil bilmediği için iş tutnamadı, kimisi de (ki en bok yoluna gideni) kafa yapısına ayak uyduramadı. herşeyin türkiye'de olduğu gibi olmasını bekledi, olmayınca yeni bir yolu kabullenemedi. sağlı sollu bin bir ülkenin restoranıyla dolu sokakta, hergün dönerciden döner yiyen adam oldu. iş görüşmelerinde de, burada edindiği kız arkadaşıyla olan ilişkisinde de, yasalar ve devletle olan işlerinde de.. sonuçta da geri döndü.
böyle konuşunca afaki geliyor ama gerçek bu."
Kaynak: eye snap, ekşi sözlük, 15.01.19, https://eksisozluk.com/entry/85523724
(Yazının tamamını aldım çünkü bazen link ölüyor. İtiraz gelirse kısaltabilirim.)