Sonunda eve vardım ama düzelmeye başlayan hastalığım tekrar kötüleşti. Ertesi gün ölmediğim sürece işe gitmeyi istiyordum çünkü izinden yeni dönmüştüm ve hasta olduğumu söyleyip gitmezsem iş yerinde hakkımda olumsuz bir izlenim bırakabileceğimi düşündüm. En azından sabah işe gidip, eğer çok kötü hissedersem öğleden sonra izin alırım diye düşündüm.
Pazartesi sabahı işe gittim. Öksürüyordum ama dayanıyordum. Yokluğumda iş yerinde bazı değişiklikler olmuştu. Artık haftada 4 gün değil, 5 gün çalışmaya başlamıştık. Arkadaşım bu durumdan memnun değildi ve işi bırakabileceğini söyledi. Ona, "Saçmalama, o kadar uğraştık. En azından 7 gün dayanman lazım. 7 iş günü sonra evi alıp alamayacağımız belli olacak," dedim.
Sabah üretimde işe başladım. Bir saat çalıştıktan sonra müdür yanıma gelip konuşmamız gerektiğini söyledi. Beni hasta halde işe gelmemden dolayı eve göndereceğini düşündüm. Ancak, odaya girdiğimde iş görüşmesi yaptığım zamanki gibi patronlar ve müdür vardı. Bana, işe alındığım pozisyon için benden vazgeçtiklerini, oraya zaten saatlik 18 değil, 16 dolara birini düşündüklerini, eğer onlarla çalışmaya devam etmek istiyorsam üretimde çalışmaya devam edebileceğimi ama saatlik 14 dolar alabileceğimi söylediler. Şaşırdım. Çünkü üretim işleri burada saatlik minimum 18 dolardan başlıyor ve işin ağırlığına göre ücret yükseliyor.
O an, iş teklif ettiklerinde yeteneklerime uygun olmayan bir iş teklif ederken özür dileyerek yapan insanlar, şimdi daha ağır bir iş karşılığında daha az para vermeyi teklif ediyorlardı. Düşünmek ve arkadaşıma danışmak için zaman istedim. Aslında düşünecek bir şey yoktu. Teklif kabul edilebilir değildi. Onlar için ben bu kadar çabalarken, kötü bir yolculuktan sonra hasta halde işe gelirken, onların bu teklifi, kendimi boşuna bu kadar hırpalamama üzdü beni. Ancak, sırf su işi bıraktım diye bu kadar uğraştığımız evi kaçırmak istemiyordum. Bu yüzden arkadaşıma danışmadan cevap vermek istemedim.
Arkadaşım, bizim odaya gorusmeye girdigimizi görmüstu. Cikinca rengim atmis olacak ki odadan çıktığımda hemen bir sorun olduğunu anladı ve yanima gelip direkt "Ne yapıyoruz, eşyalarımı toplayayım mı?" diye sordu. Hızla konuştuğumuzu anlattım ve çok sinirlendi. "Hemen çıkışını yap, burada durmamızın bir anlamı yok," dedi. Ama ev? dedim. Zaten banka sürecini baltalamışlardı, şimdi de hala ev almaya çalıştığımızı bildikleri için böyle yapıyorlar, kusura bakma ama bana kazık atan insanlara ben bir kuruş bile kazandırmam, bu yüzden ev kaçacaksa da kaçsın, üzülmem dedi.
Çıkışımı yaptım ve eşyalarımı topladım. Arkadaşım müdürüyle konuşup, onlarla işinin bittiğini söyledi. Üçü de şaşırdı ve hemen arkadaşımın yanına geldiler. Benim bu görüşme sonunda işi bırakacağımı bekliyorlarmış ama arkadaşımın da işi bırakacağını tahmin edememişler. Üçü de arkadaşımı durdurup konuşalım, sorun ne, kesin kararlı mısın, istersen bugün izin al kafanı topla tarzı şeyler söylediler. Arkadaşım, kadın patronun banka sürecimizi baltaladığını, şimdi de hala buna devam ettiğini, bu yüzden onlarla çalışmak istemediğini ve bu sefer onu tekrar işe başla diye çağırmamalarını söyledi. Kadın patron, "Ben bu ithamları dinleyemem," diyerek oradan ayrıldı ve diğer ikisi arkadaşım ile sakince vedalaştılar.
Bu durumlar Türkiye'de alışık olduğumuz ama Amerika'da olmamasını umduğumuz durumlar. Ki zaten normalde de yok. Bizim patronlar Balkanlardan, yani kültür benzerliği malum... O yüzden bunları okuyan kimse "Amerika'ya ben bunları mı yaşamaya gidiyorum?" diye düşünerek yanılgıya kapılmasın. Çoğunuzun başına gelmeyecek böyle olaylar. Hele ki daha kurumsal bir yerde çalışıyorsanız çok rahat olursunuz. Ama bunlar hayatın içinde olan şeyler 🙂
İkimiz de işimizden olmuştuk ve henüz evi alıp alamayacağımız kesin değildi. Önümüzdeki 10 gün sancılı geçecek gibi görünüyordu. Ama en azından dinlenip iyileşebileceğim, sonunda biraz zaman ayırabilirdim kendime. Ve sonunda cash getirdigim parayi bankaya yatiracak firsat da olusmustu. Olan oldu artik, bardaga bos tarafindan bakmanin bir anlami yok degil mi bu saatten sonra?
Biz işyerinde çalışırken iki haftada bir pay stub alıyorduk. Ancak hemen çalıştığımız hafta değil de, mesela 1. ve 2. hafta çalıştığımız parayı 3. haftanın sonunda alıyorduk. Yani bir hafta hak ediş haftası, bir hafta maaş haftası oluyordu böylece. Benim ilk çalıştığım hafta hak ediş haftasıydı. İlk pay stub bu yüzden bir haftalıktı. Daha sonra ben Türkiye'deyken ikinci pay stub geldi, o tam 2 haftalikti. Türkiye'de bulunduğum iki haftalık sürenin ilki maaş, ikincisi hak ediş haftasıydı. Yani bir sonraki pay stub sıfır olacaktı Türkiye'de olduğum için. Ama Türkiye'den döndükten sonraki pazartesi sabahı çalıştığım parayı muhtemelen daha sonra uğraşmamak için önceki hafta -ben Turkiye'deyken- çalışmışım gibi yatırdılar bana. O yüzden sıfır olmadı.
Ve biliyor musunuz? Kredi evraklarımı bu sayede tamamladım. İşten çıkmış olmasam ve onlar parayı o hafta yatırmamış olsa, pay stub alamayacak, evraklarımı tamamlayamayacaktım. Bankanın kredi verme şartının bir aylık maaşlı çalışma olduğunu söylemiştim en başta. İki haftada bir maaş aldığımız için ikimizin de üçer tane pay stub ibraz etmesi gerekiyordu. Arkadaşım benden önce çalışmaya başladığı için o tamamlamıştı evraklarını ama ben sadece iki tane gönderebilmiştim ve bir tanesi eksikti. Bankacıma, "Bildiğin üzere Türkiye'deydim o yüzden para kazanamadım," dedim. "Biliyorum ama miktar önemli değil, önemli olan evraklarının tam olması," dedi ve sırf işten ayrıldığım için elimde olan o pay stub sayesinde evraklarım tamamlanmış oldu.
Yani dişimi sıkayım, ev almak için 7 gün daha çalışayım deyip çalışmaya devam etseydim eğer, sırf çalıştığım için evraklarım eksik kalmış olacak ve zaten krediyi alma şansım varsa da o şansı bitirmiş olacaktım. Cuma günü tamamlamamız gereken son evraklar da tamamlandıktan sonra artık Salı gününe her şey sonuçlanmış olmalı.
Ben ne planlar yaparsam yapayım, ne kadar uğraşırsam uğraşayım, su akıp yolunu buluyor gerçekten. Benim müdahalelerimin hiçbir etkisi yok sanki. Ama müdahale etmediğim durumda işler çığırından çıkacak gibi oluyorlar. Bazen tüm çabalarımın boşa olduğunu düşünüyorum, bazense bulunduğum yere tırnaklarımla kazıyarak geldiğimi. Bu durum kimi zaman beni yıpratmış, tüketmiş oluyor, kimi zamansa emeklerimin karşılığını aldığımı hissettiriyor.
Ben olacağını düşünüyordum, arkadaşım olmayacağını düşünüyordu. Eğer olmazsa ben cidden çok üzülecektim. Çünkü sırf bunun için dönmüştüm, döndüğüm gibi işimi de kaybetmiştim, ki iş olmasa muhtemelen biraz daha geç dönerdim. Ama olmazsa her şey boşuna gibi gelecekti.
Pazartesi günü sonunda o uzun zamandır beklediğimiz karar maili geldi. Kredimizi onaylamışlar! 🙂 Bankacı, bizi tebrik eden bir mail attı ve 7’sinde (Salı) title company ile imzaları atabileceğimizi söyledi. Ben de emlakçımıza güzel haberi verdim, evrakları gönderdim. Emlakçı title company ile görüşme ayarlamış. 8’i görünüyordu. Neden? dedim, evraklarda öyle görünüyor dedi. Bankacıya teyit etmek için tekrar yazdım. Evet, 7’si için hazırız dedi. Ama evraklara gitmiş 8’i yazmış. Zaten giderayak son golünü atmasa olmazdı 🙂 Emlakçımıza tekrar yazdım. Evrakları yanlış doldurmuş, 7’si uygunmuş dedim. Bizim randevumuzu 7’sine aldık ama satıcı için 8’i olan tarih değişmedi.
Salı günü title company’den bir kadın çalışanla buluştuk. İstersek evimize gelebileceğini, istersek dışarıda buluşabileceğimizi söyledi. Biz Panera’da buluşmayı tercih ettik, kabul etti. Çok sevimli, kıpır kıpır, enerjik, güler yüzlü bir kadındı. Title company ne iş yapar onu biraz açıkladı bize. Çok kısa bir özet geçmek gerekirse, evi alırken, evin gerçekten bizim olacağına emin olmamız için arada bir garantör. Yani aslında bizi korumak için varlar. Yarın bir gün biri çıkıp "Bu evin %99 hissesi benimdi aslında, siz %1 hisseyi almışsınız" diyemez ya da bir banka gelip "Bu evin borcu var, ben bu eve el koyuyorum" diyemez. Öyle bir durum olursa artık bu bizim değil, title company’nin sorumluluğunda.
Başta emlakçımız olmak üzere bu süreçte tanıştığımız, çalıştığımız herkesten çok memnun kalmıştık, bankacımız hariç. Ama bankacıdan her ne kadar memnun olmasak da, bankanın kredi şartlarından memnunduk çünkü kredi çekebilmiştik.
Çarşamba günü emlakçımızla yeni evimizin -mavi evimizin- önünde buluştuk. Bize anahtarlarımızı teslim etti. O anahtarlarda kan, ter, gözyaşı, emek vardı. Çok uğraştık, çok yıprandık, çok yorulduk, çok direkten döndük, çok inişler çıkışlar yaşadık ama başardık. En baştan söylemiştim, hikayemin sonu güzel bitiyor 🙂 Size yaşadıklarımı anlattığım şu son 12 bin kelimelik hikayem, sadece iki aylık bir sürede yaşandı.
Devamı var mı? Var. Bu kadar can alıcı mı? Sanmıyorum. Bundan sonrası klasik bildiğiniz, herkesten görüp duyduğunuz şeyler çünkü. Bir tek şu mahkeme sürecini detaylıca anlatacağım ekstra olarak, o kadar. Eğer buraya kadar okuduysanız, gözlerinizi bu kadar yormama izin verdiğiniz için teşekkür ederim. 🙂