Part 9
Tam sular duruluyor derken yeni bir bomba geldi bankacımızdan. Arkadaşımın iş/gelir bilgileri onaylanmış ama benim iş/gelir bilgilerim onaylanmamış banka tarafından. Neden diye sordum. İşvereninle görüşmüşler, işverenin orada 90 gün boyunca çalışmaya devam etmeyeceğini düşündüğünü söylemiş, o yüzden senin gelir bilgilerin onaylanmadı dedi bankacı. Ben şok oldum. Tabi yine bankacının bir şeyleri yanlış anladığını ya da yanlış aktardığını düşündüm. Arkadaşıma hemen yazdım. Kendisi işteydi zaten. Gitmiş müdüre siz Ezgi’yi işten mi çıkarttınız diye sormuş bankacının yazdığını göstererek. Müdürü de hayır ama patronla konuşayım demiş. Kadın patron olayın bankacının anlattığı gibi olmadığını, benim yaptığım işten memnun olduğunu, kendisine benim için de arkadaşım için de 90 gündür orada mı çalışıyor diye sorulduğunu ve kendisinin arkadaşım için de benim için de hayır dediğini söylemiş. Çünkü arkadaşım orada yeniden çalışmaya başlayalı 90 gün olmamıştı henüz. Dolayısıyla ikimiz için de 90 günü tamamlamadığımız bilgisini vermiş bankaya. Arkadaşım için önceden ne kadar çalıştığı da sorulmuş ekstra olarak onu cevaplamış. 90 günün sorulmasının sebebi deneme süresi 90 gün burada galiba o yüzden.
Bu bilgiler ışığında ben hemen bankacımızla tekrar iletişime geçtim tabi ki. Ortada -yine- bir yanlış anlaşılma olduğunu, aslında patronun söylediğinin o olmadığını, isterlerse onunla tekrar iletişime geçebileceklerini söyledim. Bankacımız tamam ben bu konuyu yetkili ekibe bildiriyorum dese de bence pek umursamadı. Çünkü benim gelirimin onaylanmamış olmasının kredimizi net bir şekilde olumsuz etkilemeyeceğini söyledi. Evin değerlemesine, arkadaşımın gelirine falan da bağlıymış. Bir de anladığım kadarıyla benim gelirim evi almak için tek başına yeterli olduğu onaylanmamış olabilirmiş ama arkadaşımla ortak kredi çektiğimiz için toplam gelir olarak onaylanabilirmiş. Gerçekten bizim bu bankacıyı anlamak çok zor.
Ohio'nun karinda kisinda, o sogukta hic hasta olmamis ben, Türkiye’den ayrılmadan önce hasta oldum. Türkiye’de neredeyse herkesin hasta olduğu bir dönem vardı, tam da o dönemdi. Normalde ben hasta olup ilaç falan kullanmam ama 2 gün içerisinde uçuşum vardı ve sonraki gün de işe gitmem gerekiyordu. Üstelik bu uçuşta yanımda nakit para taşıyacaktım, dikkatli olmalıydım. O yüzden kullanabildiğim kadar ilaç ve serum kullandım. Normalde tek bir serumla bile kendimi toparlardım ama bünyem artık nasıl zayıf düştüyse 4 serumdan sonra bile bir türlü kendimi toparlayamıyordum. Bir şekilde idare edeceğimi biliyordum ama ailemin aklı bende kalıyordu, bu sefer bu yüzden endişeliydim.
Tüm işlemlerimi halletmiş, tüm belgelerimi toplamış, paramı yanıma almış, geri yola koyulmak üzere havaalanına gelmiştim. Havaalanında kardeşime telefonumu hediye ettim. Amerika’ya ilk geldiğim zaman gibi olmuştu, elimde ucuz yollu bir telefonla dönüyordum evime. Bu seferki vedalaşmam farklıydı ama. Hala hastaydım ama ilaç kullanıyor, sağlam durmaya çalışıyordum. Belki hastalığın etkisinden olmuştur belki Türkiye’de çok az kaldığımdan olmuştur, biraz hüzünlü bir ayrılık oldu bu sefer benim için. Amerika’ya yerleşmeye gelirken güle oynaya gelen ben, hastalıktan ve yorgunluktan ayakta zar zor duruyor, gözlerim dolu bir şekilde uçağa bineceğim kapıya doğru hırıltılı hırıltılı nefes alarak yol alıyordum. Mümkün olduğunca hastalığımı belli etmemeye çalışıyordum, zaten ilk hasta olduğum güne göre daha iyiydim de ama yine de bünyemin hala zayıf olduğunu hissediyordum. Daha önce hiç böyle olmamıştım. Vedalaşmaları kimse sevmez, ben de sevmem. Ama ben soğukkanlıyımdır. Benim için en zor olan vedalaşmalar benim gittiğim vedalaşmalar değil de, ben gurbetteyken beni ardında bırakıp benden gidildiğinde oluyor. Yani bu onlardan biri olmamalıydı. Amerika’da iyi kötü düzenimi kurmuştum. Evime dönüyordum. Beni zorla gönderdikleri bir yere gitmiyordum, bile isteye seve seve gidiyordum aslında. Ama nedense farklı olmuştu işte bu sefer. Türkiye’de zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Sanki sürekli bir şeyle meşguldüm, sürekli bir şeyler için koşturuyordum ama hiçbir şeye yetişememiş, yapmak istediğim hiçbir şeyi yapamamışım gibi geliyordu. Halbuki halletmek için geldiğim her şeyi halletmiş, görmek istediğim herkesi de görmüştüm ama yetmemişti işte.
Ben ne yaptım, bu 2 haftada nasıl hızla geçti böyle zaman diye düşüncelere dalmış yürürken uçağa bineceğim kapıya sonunda vardım. Valiz kontrolünde görevli, tüm valizlerin içini incelerken parayı koyduğum kutuyu açtı ve bir anlık şokla ağzı açık kaldı. Keşke herkes içinde öyle şak diye açmasaydınız dedim. Hayır, zaten üstümde nakit taşıdığım için tedirginim, bir de herkesin nakit taşıdığımı görmesine ne gerek vardı? Kendi orijinal kapalı kutusunda olmayan her şeyi açıp içine bakmamız gerekiyor dedi. İçinde para olan çantama sarılarak uçtum bütün yolu.
Chicago'ya indiğimde havaalanında inanılmaz bir kuyruk vardı. Sadece gümrükten geçmek için 3 saat kuyrukta bekledim. Bu yüzden kendi aktarma uçuşumu kaçırmış oldum. Uçuşunu kaçıran sadece ben değildim; hemen hemen herkes uçağını kaçırdığı için yeni uçuş veya gece kalacak otel ayarlamak isteyenlerin sırası da çoktu ve muhtemelen bir sonraki uçuşa da yetişemeyecektim o yüzden. Üstümdeki paradan kurtulmak istiyordum bir an önce, para ise bana kabus olmaya devam ediyordu. 2 orta 1 küçük valizim ve içinde para olan küçük çantamla beraber hastalığıma yenik düşmeden, bir an önce evime varmak istiyordum.
Son uçağın kalkmasına 1 saat 5 dakika vardı. Eğer tam şu anda bileti alırsam koşa koşa belki yetişirdim uçağa. Önümde sıra çoktu. 1 saat sonra olan uçağa değil, 2 saat sonra olan uçak bile olsa yetişemezdim. Çünkü herkes tek tek otel ayarlıyor, çoğu insan 10-15 dakika kioskta tartışarak sırayı tıkıyordu. Sıranın arasından sıyrılıp bir görevlinin yanına gittim ve son uçağa yetişebilmem için dakikalar var, eğer bana hemen bilet verirseniz belki yetişirim diyerek ricada bulundum. Sağ olsun beni kırmadı ve biletimi basıp getirdi. Çok teşekkür ederek oradan ayrıldım ve valizlerimle gidebildiğim kadar hızlı check-in’e gitmeye koyuldum.
Havaalanı metrosuyla terminal değiştirdim. Check-in kapanmadan yetişmiştim. Valizlerimi aldılar ama uçağın kapılarının kapanmasına çok az vakit kaldığını, acele etmem gerektiğini söylediler. Uçağın hangi kapıda olduğunu sorup var gücümle koşarak oradan ayrıldım.
Ben acele ediyordum da güvenlik çantamı arayarak beni oyaladı. İlaç içtiğim için yanımda küçük su vardı. Sıvı sınırına dikkat ederek almıştım. Ama yine de test etmek istediler. Güvenlikten ayrıldığım gibi küçük valizim ve önümde ben koştukça zıplayan çantamla son kalan gücümle koşuyordum. Uçak kapılarını kapatacak dedikleri saatten 5 dakika önce bana söyledikleri kapıya gelmiştim. Ama hiç kimse yoktu orada. Ne bekleyen biri ne bir görevli, hiç kimse!
Yol üstü gördüğüm United Airlines deskine doğru koşmaya, en azından koşmaya çalışmaya başladım. Artık hiç gücüm kalmamıştı, soluğum kesiliyordu. Nefes nefese onlara derdimi anlattım. Kapıda kimse olmadığını, zaten hasta olduğumu, sadece bir an önce evime gitmek istediğimi söyledim. "Dur, dur sakinleş" diyerek önce beni bir sakinleştirmeye çalıştılar. "Lütfen öyle hastayım, kötüyüm falan deme çünkü gerçekten öyleysen zaten seni uçağa alamayız" dediler. Keşke ekrandan baksaydın kapıya, check-in yapanlar sana doğru kapıyı söylememiş, onlar da bilmiyorlar bazen dediler ayrıca. "Dur öğreniriz şimdi, eğer uçak hala buradaysa biraz bekletiriz" diyerek telsiziyle konuşmaya başladı. Su dedim, biraz su alabilir miyim varsa? Hem su verdiler hem de daha sonra ihtiyacım olursa havaalanında suyumu doldururum diye suluklu seyahat seti verdiler. Ben soluklanıp biraz su içerken onlar da hala uçakla iletişime geçmeye çalışıyorlardı. Uçak kapıları kapatmış ve taksiye hazırlanıyormuş. Yani o uçağı da kaçırmıştım.
O kadar yoldan gelmiştim hasta hasta ve bu gece evime bile gidemeyecektim. Geçecek, geçecek, bunlar da geçecek. United Airlines bana ertesi güne bilet kesiyordu, sabah ilk bileti mi yoksa gün içinde başka bir saatte mi istediğimi sordular. İlk bilet olsun lütfen dedim. Yeni biletimi verdiler, teşekkür ettim kendilerine. Şimdi THY’yi arayıp onlardan bana otel ayarlamalarını isteyebileceğimi veya havaalanında bekleyebileceğimi söylediler. Hem çok yorgundum hem de üstümdeki parayla havaalanında kalmak istemiyordum. United deskinden ayrılıp ilk gördüğüm yere oturdum.
THY’ye telefonla ulaşmaya çalışıyordum ama telefona çıkan bana yardımcı olabilecek kimse yoktu. Havaalanında yeniden terminal değiştirip THY’nin bulunduğu terminale geçtim. En azından ilk seferki gibi ağır valizlerim yoktu bu sefer, onları ben binemesem de uçağa vermiştim. THY kiosku da kapalıydı aslında. Ama ben oraya vardığımda bir çalışan, başka birine yardımcı oluyordu. Ben de onunla işinin bitmesini bekleyip ondan yardım istedim.
Gece 12'ye geliyordu saat. Sabah 6’da uçuşum vardı. Otele ihtiyacım olduğunu söyledim. Çalışan bana “Birkaç saat için otele mi gideceksin?” dedi saçma bir tavırla. "Yorgunum, uykum var ve üzerimi değiştirmem gerekiyor, evet otel ayarlamanızı istiyorum" dedim. Peki ben bir danışayım dedi ve içeri gitti. Çıktığında elinde bir kâğıtla gelmişti. Gece için bana otel ayarlamışlar, akşam yemeği ve sabah kahvaltısı için de bir bütçe vermişler. Otelin servisini arayıp çağırmamı, beni havaalanından alacaklarını söyledi.
Otelin servisinin beni alacağı kapıya giderken yolda bana akşam uçağına bilet kesen görevliyi gördüm. "Aaa, sen hâlâ burada mısın? Ne oldu?" diye sordu. Maalesef uçağa yetişemediğimi, bu gece otelde kalacağımı, yine de kendisine çok minnettar olduğumu söyledim. Olsun, şansını denedin en azından dedi.
Otele vardığımda, THY’den aldığım kağıdı resepsiyona verdim. Akşam yemeği servisinin çoktan bittiğini, sabah 4.30'da servise bineceğim için kahvaltının da henüz başlamamış olacağını yani yemek haklarımı kullanamayacağımı söyledi resepsiyonda çalışan kişi. Peki suyunuz, içeceğiniz falan var mı? dedim. "Aa, aslında size bunu vereyim" diyerek güzel bir paket uzattı. İçinde su, enerji içeceği, meyve, cips, jelibon vs. olan bir paketti. Teşekkür ettim.
Kendisinden bir ricada daha bulundum; telefonumun şarjı bitiyordu ve şarj aletim yoktu. Çünkü iPhone’umu kardeşime bırakmış, kendim Android kullanıyordum ve bu gece eve varamamak planlarım arasında yoktu. O yüzden şarj aletim de yoktu. Telefonumu istersem orada şarja bırakabileceğimi ama politikaları gereği odaya şarj aletini veremeyeceğini söyledi. "Zaten çok erken kalkacağım ve söz, aleti geri getiririm; telefonum olmazsa sabaha uyanamam" dedim. Görevli, geri getirmeyi unutma diyerek aleti bana verdi ve sabah istediğim saatte aranarak uyandırılabileceğimi söyledi. Lütfen arayarak uyandırın beni dedim.
Odaya girip kapıyı kilitleyip kendimi yatağa atmak istiyordum hemen. Önce odayı bir inceledim, beklentimin çok üstündeydi. Aslında Amerika’da kaldığım oteller arasında en büyük odaydı. Vaktim olsa orada daha güzel zaman geçirmek isterdim. THY’nin bana verdiği kağıtta odanın gecelik ücretinin 80 dolar olduğu yazıyordu, o yüzden çok iyi bir yer olmasını beklemiyordum ama o fiyatın gerçek olması imkansız; çünkü süit oda vermişlerdi. Ya THY’ye özel fiyat ya da ellerinde kalan odaları geceleri ucuza veriyorlar, bilemiyorum. Sonuçta birkaç saat kaldım sadece. Aslında düşününce saatliği 20 dolardan kalmış oluyordum.
Telefonumu şarja taktım ve yastığa kafamı koyup gözümü kapattım. Gözümü açtığımda odanın telefonu çalıyordu ve uyanma saatim gelmişti. Ama gerçekte sanki 2 dakika önce gözümü kapatmışım gibi geliyordu. Öyle çabuk geçmişti zaman ve yerimden hiç kımıldamamıştım bile bu sürede. Yatak çarşaf bile neredeyse bozulmamıştı hiç.
Sabah, otelin verdiği paketten bir şeyler yiyip hemen bir ilaç içtim. Şarj aletini resepsiyona geri verirken yine teşekkür ettim. Servisle erkenden havaalanına gittim ve kapılar açılmadan çok önce kapıda beklemeye başladım bile. Bugün her şey yolundaydı, bundan sonra da her şey tıkırında ilerleyecekti. Türkiye'den dönüşümü cumartesi gününe ayarlamıştım. Yol yorgunu olurum, jetlag olurum, uçak rötar yapar falan diye düşünüp özellikle pazara almamıştım; iyi ki de öyle yapmışım. Pazar sabahı ancak Cleveland havaalanına inebildim. Normalde valizlerim önceki akşamdan ulaşmış olmalıydı ama benim yetişemediğim uçağa muhtemelen onlar da yetişememiştir diye düşünerek bantın yanında valizlerimi beklemeye başladım ve bingo! Onlar da benimle aynı uçuşla gelmişler. Valizlerimi de aldıktan sonra havaalanında arkadaşımla buluştum ve eve doğru yola koyulduk.