Çok görenler iyi bilir; her felaketin ardından çok kısa süren ama çok can yakan bir sessizlik olur, bir ölüm sessizliği. Kaçıncı felaketti bilmiyorum, canımı çok yakan bir şey yaşamıştım yine. Kısa süreli bir sessizliğin ardından ağız dolusu küfürler ederek, çok sevdiğim işimden, çoğu zaman nefret etsem de hala sevdiğim şehirden ayrılmaya karar vermiştim. Başka da bir seçenek bırakmamışlardı bana. Bana genelde seçenek bırakmazlar zaten.
Güneşli, güzel bir Bodrum günüydü, tatil sezonu olmadığı için gereksiz kalabalık yok. Aylardan ekim, biraz doğa yürüyüşü, ardından deniz, bizden başka kimsenin olmadığı bir koyda. Harika başlayan gün, aldığım telefonla ağız dolusu küfürlerin edildiği güne dönmüştü. O gün karar verdim başvurmaya, ilk defa. İlk başvuru sahipleri genelde hep kendilerine çıkacağını düşünür, hayal ederler. Oysa ben, bana çıkacağından emindim.
Ertesi gün döndüm istanbul’a. İşten çıkmadan önce schengen başvurusu yapayım dedim, henüz çalışıyorken alayım, bir hafta belçika’ya giderim. Abim ve ablam belçika vatandaşı.
Vermediler.
Allah var, hiç kızmadım. Hatta soranlara, “ben olsam ben de bana vermezdim vize” dedim. 34 yaşında, bekar orta doğulu bir erkeğim sonuçta.”
Aşık olduğum bir kadın vardı, aynı kurumun farklı departmanlarında çalıştığımız. Bir dönem birlikte olduk, aynı evde yaşadık. Sonra olmadı. Kötü bitti, bir süre nefret bile ettim belki ama bir şekilde arkadaş kalmayı başarmıştık. Ondan yardım istedim ingilizcem yetersiz olduğu için. İlk başvuru ve kesin çıkacak bana, öyle ya. Hata yapmamam lazım.
Sağ olsun, beraber doldurduk başvuru formunu. Aslında biraz da bahane etmiştim ingilizcemin yetersiz olmasını. Sonra, ona hiç yalan söylemediğim için yine söylememeye karar verip, “sadece yalnız kalmak için bahane ettim formu dedim. Şaşkınlıkla bakarken, en sevdiği çikolatayı verip, doğum gününü kutladım. Zira, doğum günüydü. Şaşkınlığı, tebessüme dönüştü. Sarıldık. “Yeryüzünde bir cennet olsaydı, adı sarılmak olurdu.”
O an ikimiz de biliyorduk son sarılmamız, hatta son görüşmemiz olduğunu. Öyle de oldu. Sonra hiç iletişim kurmadık, onun kurma şansı yoktu çünkü ben sosyal medya hesaplarımı da kapatıp, numaramı değiştirmiştim. Ben ise tercih etmedim.
Ailemin yanına dönüp 7 mayıs gününü beklemeye başladım. Bu süreç, içinde olduğumda çok uzun gelen ama şimdi baktığımda çok kısaymış gibi görünen bir süreçti. Daha önce çalıştığım ajans danışmanlık hizmeti de verdiği için aslında genel hatlarıyla her şeyi biliyordum. Ama yine de muhtemelen hepinizin izlediği youtube videolarını izlemek, ekşi sözlük yazılarını okumakla geçti zamanım. Ailemin çiftliğinde hayvancılık yaparken, boş kaldıkça da bakınıyordum tüm içeriklere.
Sanırım izlediğim bir videoda, sonuçlar açıklanmadan önce, hıdırellez’de toprağa dileklerini yazdıkları kağıtlarını gömdüklerini izlemiştim. 6 mayıs günüydü, ertesi gün sonuçlar açıklanacaktı. 6 mayıs’tı, darağacında üç fidanımızı kırmışlardı. Toprağa kağıt gömmek saçma geldiği için, abd’de yaşamayı hayal ve umut ederek, 3 tane ağaç fidesi diktim bahçemize. 3 fidanın da anısına…
Ertesi gün sonuçların açıklanmasını beklerken sabırsızlanıyordum. Gün boyu aklımdaydı ama, akşam hayvanların yem saatiydi, inekler sağılacaktı. Aklımdan çıkmıştı bir an. İnekleri sağarken, hatırladım. Sistem yoğundu ama ikinci denememde başarmıştım açmayı. Bilgilerimi girdikten sonra istem dışı gözlerimi kapatıp, yavaşta açtım. Evet, oydu. Beklediğimiz karşılama mesajıydı. Şaşkınlıkta tebessüm edebildim sadece.
Ben aslında form gönderme tarihinin 2023 kazananları için bir önemi olmayacağını düşünüyordum ama, yine de riske girmeyip hızlıca doldurup gönderdim birkaç gün içinde. Sonrası beklemek, mali yılı. Forumun telegram grubunda sohbet edip, hayallerimizi paylaşıyorduk birbirimizle. Haziran başıydı sanırım, izmir’e gittim, kızkardeşimin yanına. 3 ay kadar izmir’de kaldım. O günlerde izmir kazananları ile bir buluşma düzenledik. Bu buluşma ile hayatıma bir şekilde girmeyi başarıp, bundan sonrası için de hep iyi ve güzel hatırlayacağım Tuğba ile tanıştım. Bazı insanlar böyledir, bilirsiniz. İlk görüşte tanırsınız. Tanıştığımızda Tuğba idi, artık Tuğbağ. Tuğbağ’ya yazının devamında ayrıca değineceğim.
İlk bülten açıklanıp ilk mülakatlar da dağıtılınca harika bir yıl olacağı düşüncesine kapılmıştık ama, Ankara yine şaşırtmamıştı. Güçarslan ilk günden “Ankara’ya güvenmeyin” diyordu zaten. İlk gün dediğim, sürecin ilk günü değil bu arada, açıklamak isterim; konuşmaya başladığı ilk gün. Kurduğu ilk cümle bir rivayete göre “ankara’ya güvenmeyin” miş.
Güçarslan’a da bir paragraf ayıracağım ama buradan da yine teşekkür edeyim. Minnettarız ben ve tüm sokak hayvanları…
Ankara şaşırtmayıp, 50-60 mülakat ile ayları bitirirken, onu bile kesip hiç mülakat vermemeye başlayınca, current olur olmaz gidebileceğim tüm ülkelere mail atmaya başladım. Schengen bölgesi dışında. Çünkü daha önce schengen reddim vardı, bir yıldan uzun süredir işsizdim. Schengen alamazdım.
Bazı konsolosluklar cevap vermedi, bazısı oturum istedi, bazısı sonra bakarız dedi. Hele biri var ki, “eğer bir yerden mülakat alırsan taşırız” dedi. Dalga geçiyorlar herhalde dedim, “bir yerden mülakat alsam, sana niye taşıyayım, oraya giderim.”
Konsolosluklardan dönüş alamamanın can sıkıntısı, ankara’nın mülakat vermemesinin öfkesi, zamanın geçmiyor oluşu gibi birçok duyguyu bir arada yaşarken maalesef o acı güne uyandık. Resmi sayılara göre bile 50 binden fazla yurttaşımız hayatını kaybetti. Ben bir çok afette hem muhabir olarak hem de arama-kurtarma personeli olarak görev aldım. Asıl işim olan “halkın haber alma hakkını” o felaketlerde ikinci planda tutmuştum. Bir canlıya dokunmak, umut olmak görevlerin en yücesiydi.
Gidemedim, bir taş kaldıramadım enkazdan, bir insana, bir kediye, köpeğe, kuşa, böceğe, çiçeğe hayat olamadım. Onun vicdan azabı, diğer tüm duygularımdan baskındı.
Vazgeçtim. İçimden gelmedi tekrar kendi sürecime odaklanmak. Grupta bile haber alamadığımız arkadaşlarımız vardı, hiç konuşmamış olsak da. Bizimle aynı hayalleri kuran insanlardan birinin bile enkaz altında olması ihtimalinin yüreğimde açtığı yaranın tarifi yoktu, yok.
Bir faydası yok. Yokluk bolluğundan varlığı neremize süreceğimizi şaşırıyoruz çoğu zaman.
Birgün ogün aradı, “nasılsın, dönüş alabildin mi bir yerden” diye. Ogün’le grupta tanışıp özeden de sık sık konuşuyorduk zaten. “Gidebileceğim yerlere attım, dönmediler. Zaten içimden de gelmiyor artık” dedim. Schengen bölgesi ve barbados gibi uzak ülke alternatiflerini kafamda elemiştim ben. Ama ogün, “eğer mülakat alabilirsen davet mektubu ile schengen de alabilirsin belki” dedi.
Mülakat alıp gidememe durumunda yaşayacağım hayal kırıklığını çok iyi biliyordum. O yüzden schengen bölgesini direkt elemiştim. Ama mantıklı geldi. Ya da inanmak istedim. Sonuçta bir sürü resmi evrakla başvuracaktım.
Evet, çok acı ama deprem psikolojisinden çıkmıştım. Üstümüze yıkılan kendi evimiz olmayınca, enkazda kalan kendimiz olmayınca daha çabuk unutuluyor bazı acılar. Ne acı…
Schengen bölgesindeki tüm ülkelere aynı maili attım. Birkaç saat sonra Viyana’dan dönüş geldi.
“Dosyanızı kcc’den isteyeceğiz.”
Ertesi gün, dosyanı aldık dediler. İnanılmaz bir şeydi benim için. Vfs den hemen randevu aldım avusturya için, en erken 9 mart vardı.
3 mart günü, mülakat maili aldım, 21 mart için. “Rüya bu sanırım” diye geçiriyordum içimden.
Tarih çok yakın, çok hazırlıksızım, schengen’im yok…
Yine de Viyana’ya mail atıp ileri bir tarihe istemedim mülakatımı. Rahatsız olmasınlar, benden sonra başkalarına ön yargılı olmasınlar diye. Sonra ciddi bir koşturmacaya başladım. Cağnım Tuğba ve Ogün hemen hemen her konuda yardımcı oldular. Süreç dışında, bir sürü özel konuda da.
Viyana’daki sağlık kurumu aşıları kabul ediyordu ama bir de onlarla uğraşmak istemedim.
Schengen randevum 9’unda, Avusturya bir haftada sonuçlandırıyor. Yani yetişiyor her şey. Evraklar, çeviriler ok.
16 sında pasaportumun kargoya verildiği sms ini aldım. 17 martta pasaportum gelecek, 19 martta viyana’da olacağım. 19-20 martta İngiltere’den benim için gelen arkadaşımla Viyana’yı gezeceğiz, doğum günümü kutlayacağız.
21 mart. Dünyanın en güzel günü. Nevroz.
Sabah sağlık kontrolü, öğleden sonra mülakat.
Plan harika bizim için. Doğum günümden bir gün sonra mülakat hem de bahar bayramında. Yeni bir bahara başlayacaktım.
Olmadı. Schengen’den red almıştım. Red mektuplu pasaportu elime aldığımda yaşadığım duygu; öfke, üzüntü, hayal kırıklığı değildi. Herkes bilir bu duyguyu ama adını koyan yok. Birgün bu duyguya bir isim vereceğim.
Yine başa dönmüştük, sürecin başına değil, bunu da açıklamak isterim; metnin başına… Çok görenler iyi bilir, her felaketin ardından çok kısa sürüp çok can yakan o ölüm sessizliğini.
Buraya kadarmış dedim. Ama çok kısa sürdü o da, “hayır! Buraya kadar değil, amerika’ya kadar.” Öyle ya, biz düşersek kalkar yine direniriz.
Önce itiraz ettim sonuca, çok kısa sürede itirazıma da dönüş yaptılar. Yine olumsuz.
Bir yerden mülakat alırsan taşırız diyen, benim de dalga geçtiğim Makedonya geldi aklıma hemen. Bir bildikleri varmış demek ki… Durumumu anlattım, cevap dahi vermediler. Gittim. Ülkenizdeyim dedim, yine cevap yok. Konsolosluğa gittim, güvenliğe anlattım. Pasaportumu alıp içeri gitti, 5 dakika kadar sonra geldi. Üzülmüştü durumuma ama elinden bir şey gelmiyordu belli ki. Bazı yüz ifadeleri tüm cümlelerden daha çok şey anlatır.
Bosna, tiran, kosava. Makedonya’dayken onlara da attım, onlar dönmeyince, yarım kalan trajedimi tamamlamak üzere Ankara’ya geri döndüm.
Viyana’ya gidemeyeceğim belli oldu. Ankaraya geri istedim dosyayı. Ankara malum, çok geç cevap veriyor hatta çoğu zaman hiç vermiyor ama bana döndüler birkaç günde. Biz alırız ama sana sıra hiç gelmeyebilir özetini çıkardığım bir metinle. Kabul ediyorsan bildir, taşıyalım dediler. Kabul ettim. Birkaç gün sonra da taşımışlardı.
Viyana’ya her şey için teşekkür ettiğim bir mail attım. Daha önce vize alamadığımı, gelemeyeceğimi bildirmiştim zaten. Dosyam artık ankara’da ama ben bir şekilde gelebilirsem mali yıl bitmeden, yine mülakat verir misiniz dedim. Kapasitemiz kadar dosyayı aldık, ancak boşluk olursa alabiliyoruz yeni dosya ama seni görmeyi çok isteriz, Viyana’ya gelince bize bildir lütfen, mülakat planlayalım dediler.
Viyana konsolosluğunun iyi niyeti, insanlığa dair umutlarımı yeşertti. Benim dosyamı alıp almamalarından bağımsız. İyi insanlar, iyi ki var. Minnettarım.
Dönüp dolaşıp Ankara’ya gelmiştik yine. Üstelik daha kötü bir durumda bile belki. Zira AV sırasındaki yerimi kaybetmiş olabilirdim. Ama üç ihtimal vardı sonuçta, bu en kötü ihtimaldi ve biz iyi olanın olacağına inanmak istiyorduk.
Birinci ihtimal dediğim gibi en kötüsü, sıranın en sonuna atılmak. İkincisi dosyam zaten ankara’dan gidip geri geldiği için daha önceki sıralamayı beklemek. Ve üçüncüsü, en sevdiğimiz, olmasını istediğimiz; dosyam mülakat aldığı için ready olarak ankara’ya geri geldi. İlk dağıtımda mülakat almak…
Ama Ankara işte. Bildiğimiz gibi…
Viyana ihtimali benim için hiç bitmedi aslında. Dosyam Ankara’dayken de vazgeçmedim. Viyana belediye başkanına, ilçe başkanlarına, oradaki sivil toplum kurtuluşlarına durumumu anlatan mesajlar attım. Avusturya vizesi için yardımcı olmalarını istedim. Irak Kürdistan’ından viyana’ya göç edip orada büyüyüp şimdi ilçe başkanlığı yapan bir kadın vardı, ismini şu anda hatırlayamadım ama o döndü.
Sordu cevapladım. Durumu tam olarak anlayınca, “ben kendisinin sosyal medya danışmanıyım, kendisine yazdıklarınızı ilettim. Şu adrese mail atın sizinle ilgilenecek dedi. Attım, sahiden de ilgilendi. Ne yapabileceğini, yardımcı olmayı çok istediğini söyledi. Tabi bunda, benim kendisini önceden stalklayıp, onun duymak isteyeceği cümleler ile durumumu anlatmamın da etkisi vardır şüphesiz.
Ben, tek amacımın viyana’ya gelip abd konsolosluğunda mülakata girmek olduğunu ama schengen alamadığımı söyledim. Siz orada resmi bir kurumun başındasınız ve her yıl yüzlerce insan çeşitli etkinlikler için sizi ziyarete geliyor. Prosedür nasıl işliyor bilmiyorum ama siz beni davet ederseniz, vize alabileceğimi düşünüyorum dedim. Tüm masraflarımı kendim karşılayacağım diye de ekledim.
“Ben ilgileneceğim, bir çaresini bulacağız. Hayallerine kavuşmanda payım olmasından mutluluk duyacağım” dedi.
Sonrası beklemek. Günler günleri kovalarken, çiftlikteki tavuklarımız kuluçkadan kalktılar, bir sürü küçücük civcivlerimiz oldu. İki ineğimiz doğurdu, buzağılardan biri cinsinden ötürü çok büyüktü. Görseniz, inanmazdınız yeni doğduğuna. Özetle hayat devam ediyordu bir şekilde. Yaşam her şeye rağmen sürüyordu. Yaşam olan her yerde de umut vardır.
İlk dağıtımda mülakat alamadım tabi ki. Olmasını en çok istediğimiz senaryo gerçekleşmemişti. Hong kong ve umman dosya kabul ediyordu. Benim durumumda olan arkadaşlar taşıdı ve hatta mülakat da aldılar ama ben mail atmadım. Güçarslan’ın payı büyük bu konuda. “Ready dosya, mülakat alacaktır” dedi her defasında.
Arada seçim oldu, hatta seçimler. Yine baharlar gelmedi…
Yaşadığım stres ve sıkıntı hat safhadaydı. Uykularım kaçıyordu artık. Ankara’ya defalarca durumumda bir gelişme olup olmadığını sorduğum mailler attım ama, hiçbirine dönmediler. Hong kong ve umman’ı da kaçırdım tabi. Vakit daraldıkça stres arttığı için oraları da denedim ama geç kalmıştım. Alamıyorlardı…
Boşuna bir de Umman vizesi almış oldum.
En son her gün yazmaya başladım Ankara’ya. Bir ara bıkmış olacaklar ki, “taşırken de dediğimiz gibi sıra sana gelir mi gelmez mi bilmiyoruz” özetiyle bir cevap verdiler.
Viyana ilçe başkanı, “senin için bir çözüm bulamadım, çok üzgünüm ” diye dönüş yaptı.
“Bütün zahiri sükunetime rağmen, kafamın içi bir harp, bir ihtilal sahnesi gibiydi…”
Vakit daralıyor, kota doluyor, hayallerim avuçlarımdan kayıp giderken; elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bu çaresizlik, çözümsüzlük beni sinir hastası yapmaya başladı. Her şeye çabucak öfkeleniyordum, en basit konularda dahi. Kendime bile katlanacak gücüm yok gibi hissediyordum. Ki güçsüz hissetmek en güçsüz zamanlarımda bile başıma gelmezdi. Benim hep umudum, inancım vardı.
Ama bu başkaydı.
Kanser tedavisi gören babamı, yoğun bakım odasına götürdüklerinde de benzer şeyler hissetmiştim. 2017 yılıydı. Hayatımın tam olarak en kötü döneminin başladığı yıldı. 2023 bitmek üzereyken de bitmiş değil hala kötülükler… Yanı başınızda kötü bir şeyler oluyor ve ne kadar isterseniz isteyin düzeltemiyorsunuz. Böylesi bir çaresizlik. Bir eline güneşi, ötesi eline ayı al deseler yapabilirsiniz, yapabilecek kadar güçlü hissedersiniz ama o anki duruma çözümünüz yoktur.
Yaz mevsimi Yunanistan’ın vizeyi en kolay verdiği dönem, malum. Elimde ondan başka bir şans kalmamıştı. Yunanistan’dan schengen alıp, viyana kapısına dayanmalıydım.
Oldukça makul bir dosya hazırlayıp, senaryoyu en ince ayrıntısına kadar kurgulayıp, başvuru formunu doldurdum. Son kurşundu, biliyordum. En azından bu hayalim bitmesin diye, viyana’ya taşıyın demedim. Vizemi alıp, “beni görmeyi çok istediğiniz için geldim” diye mail atacaktım. Ama benim işlerimde bir aksilik çıkmazsa, kesin büyük bir aksilik var demektir. Oldukça makul olan dosyamın mimarı, öz kuzenim son anda vazgeçti. Detayları es geçiyorum. Ertesi gün schengen randevum var ama artık bir dosyam yok. Basit goller yiyorduk her defasında…
Abimi sponsor gösterip öyle başvurdum. Çok büyük ihtimalle yine red alacaktım ama insan olsun istiyor işte. Küçük de olsa bir umut vardı içimde vize alabileceğime dair.
Çok uzun yazdım biliyorum ama, inanın daha;
“Ses vermeyen geceleri,
Tanımı zor acıları,
Tek kişilik sancıları,
Yazamadım, yazamadım…”
Ya yunanistan’tan schengen alıp viyana’ya gidecektim, ya da Ankara’nın bir umut mülakat vermesini bekleyecektim. Eylül mülakatlarını da dağıttı ankara, evet. Ama benim dosyam ready bekliyor. Bu yüzden ufak da olsa bir umudum ankara’ya dair de vardı.
Yunanistan’dan da red aldım, Ankara “bizim başka mülakat planlamamız mümkün değil” dedi.
“Kaderin cilvesi, bir adım attığında seninle dalga geçmesidir. Her adım attığında, önünde bir engel belirir ve seni sınar. Kaderin karşısında pes etmek yok, onunla mücadele etmek vardır. Çünkü kaderin asıl gücü, senin pes etmene izin verdiğinde kendini gösterir. “
Alternatifsiz kalmıştım yine. Gözümü kararttım, bir şekilde viyana’ya gidecektim. Viyana’ya mail attım, “sözünüz hala geçerli mi? Ben ankaradan ve denediğim tüm ülkelerden mülakat alamadım. Viyana’ya geleceğim” dedim.
Cağnım viyana, “geliş tarihini bildir Ankaradan dosyanı alacağız ve mülakat planlayacağız” dediler. Çok kısa, çok net.
31 ağustos’ta viyana’da olacağım dedim, 31 ağustos saat 13:00 de mülakata bekliyoruz dediler. Saat 10:00 vardığım viyana’da 13:00 de mülakata girdim. Her şey yolunda görünüyordu ama, görüşmenin sonuna doğru AP süreci olacağını söylediler. 10 soru gönderdiler maille hemen cevaplayıp gönderdim.
4 eylül’de sağlık kontrolüne girdim, 5 eylül de ellerine ulaştığını ve AP sürecinin bitmesini beklediklerini söylediler. Ve maalesef bugün, 7 eylül’de kota dolduğu için vize basamayacaklarını bildirdikleri maili aldım.
Hiç şüphesiz herkes çok istiyor, çok emek veriyor ve hak ediyor. Ama hak ettiklerimizi çoğu zaman alamıyoruz zaten. Harcadığım emek, yaptığım masraflar ve en önemlisi aldığım risklerin böyle sonuçlanması can yakmıyor değil. Ama canımızın ilk yanması değil. Son olur umarım.
Doğarken ağladı insan, bu son olsun, bu son…