Arkadaşlar, merhaba arkadaşlar!
2017'nin son talihlilerinden biri iken şu an müstakbel bir New Yorker olarak size yazıyorum. Vizem 5 Eylül 2017'de onaylandı
O gün Eylül'ün güzelliğine uyandım..
Mülakat sürecim üzerine bir kaç kelam etmek isterim sizlere..
Öncelikle case numaram: 35xxx
08:00.. Konsolosluk Kızılay'dan 10 dakika yürüme mesafesinde. Vardığımda pek bir kalabalık yokmuş diye düşünürken sıradakilerin rahatlığı karşısında onları kenarda bekleyen yakınlarının heyecanına tanık olmak.. Meşhur ÖSYM sınavlarını hatırlattı, tuhaf..
Konsolosluğun giriş kapısının karşısında bir büfe var, içeriye almadıkları için tüm eşyalarımı oraya emanet olarak bırakmaya karar verdim. Telefonumu da emanete vermeden hemen önce, o an yaşadığım her an'ı anlamlandırma çabam ve o anları fotoğraflayıp dondurarak biriktirme merakım ağır bastı: Cep telefonum ile bölgenin fotoğrafını çektim. Tamamen iyi niyetle ve an biriktirmek, anı biriktirmek maksadıyla yasak olduğunu bilmeden bulunduğum bir hareket, ben sıradayken bir polis memurunun yanıma gelmesiyle karşılık buldu. Fotoğrafı çekmemin üzerinden bir saat geçmişti. Polisin söylediğine göre fotoğraf ve video çekimi yasak olmasına rağmen kamera kayıtlarından benim fotoğraf çektiğim tespit edilmiş. Fotoğrafı görmek istediler. Telefon ise emanette, çantamın içinde.. Polis memuru benimle birlikte emanete kadar geldi, telefonu yeniden açtım, fotoğrafı buldum. Silmem gerektiğini söyledi ve sildim.. İçimde ise tuhaf bir endişe zuhur etti. Sıramı bekliyorken içimdeki sıkıntı tek bir noktada yankılanıyordu: Acaba bu hadise güvenlik gerekçesi ile mülakatım esnasında bir problem yaratır mı?
09:00.. Mülakat saatim 09:00 olmasına rağmen bizden önce randevu saati olanları çağırıyorlardı. Kuyrukta Arap ağırlıklı yabancı uyruklu vatandaş çok fazlaydı.
09:30.. Ben dahil, 09:00'da mülakatı olanları içeri çağırdılar. Pasaportumu inceleyip ömrümce unutamayacağım bir numara verdiler: 206. (Bu numaranın 3 saat 50 dakika boyunca ekranda yanmasını bekleyecek olmak, beklemek, beklemek..)
09:40.. Numaram yandı. Türk kadın memur benden evraklarımı istedi (iki adet fotoğraf, banka hesap cüzdanı, diploma, sabıka kaydı ve nüfus kayıt örneği). Memura diplomamın aslı gibidir örneğini vermeme rağmen yanımda getirdiğim diplomamı da almak istedi. Ebat olarak dosyaya sığmayacağını fark edince aslı gibidir örneğini kabul etti.
Sabıka kaydınızı adliyeden almanızı öneririm. Belgeyi e-devletten alan ve üzerinde "arşiv kayıtlı" yazısı olmayan bir kişinin sabıka kaydı kabul edilmedi. İşlemlerini tamamlaması için o gün adliyeye gönderdiler. Bir adamı da çektirdiği fotoğrafta omuzları görünmüyor diye yeniden fotoğraf çektirmesi gerektiğini söylediler.
10:10.. Numaram tekrar yandı. Harç bürosuna gittim, gıcır gıcır 330 dolar ödedim.
Bu saatten sonrası mı? Beklemek, beklemek ve beklemek.. Hiç bitmeyen 3 saat 50 dakika..
Green Card mülakatlarına tek bir erkek memur bakıyordu. Mülakat saati benden sonra olup salona girenler ve eksik işlemlerini tamamlayıp yeniden konsolosluğa gelenlerin numaraları tek tek ekranda yanıyor, Amerikalı o memur ile tanışma şerefine nail oluyorlardı. Peki ya ben? Salondaki televizyonda TRT Çocuk açıktı. O beklediğim 4 saat boyunca yıllar yıllar sonra ilk defa çizgi film izliyor olduğumu fark ederken, TV'lerde dönen çizgi filmlerinin hangileri olduğu öğrendim: Heidi, Ege ile Karga, Canım Kardeşim, Niloya ve dahası.. Türk çizgi filmleri ile büyüyen çocuklara acırken salonun duvarlarını izlemeye koyuldum. Kapı aralığından her biri yeni bir hayatı müjdeleyen, Amerika'nın farklı eyaletlerinden tablolar asılıydı. Evli çiftlerin vizeleri onaylandığında birbirlerine sarılışlarını izledim ve uzun zamandır ilk defa birilerinin mutluluğuna sevindiğimi fark ettim. Vizeleri onaylanmayarak pasaportları iade edilirken o üç kişinin yüzlerindeki hayal kırıklıklarını izledim, onlarla birlikte üzüldüm. (Neden elendikleri hususunda bu kişilerden net bir bilgi almadım. Bu yüzden o an kulak misafiri olup bu kişiler ve memur arasında geçen kesik kesik diyalogları kafanızı karıştırmamak, sizleri yanlış yönlendirmemek ve belki de gereksiz bir endişeye mahal vermemek adına burada paylaşmıyorum.)
O gün o salonda yaklaşık 200 kişi mülakata geldi ve işlemlerini sonuçlandırdı. Saatler ilerliyor, insanlar işlemlerini tamamlayıp ayrılıyor, salon sessizleşiyordu.
Git gide endişeleniyordum. Bir sorun, evet bir sorun vardı. Bu sessiz sedasız bekleyiş, bekletiliş normal değildi. Sabahki fotoğraf hadisesinin bir sorun teşkil ettiğine olan inancım git gide artıyordu. Gözümün önünden nedense ret yiyen o iki kişinin yüz ifadesi bir belirip bir kayboluyordu.
Salonda 20 kişi kaldık.. Gülsüm, kabul et bir problem var..
13 kişiyiz.. Amerika devleşiyor, Gülsüm hazır ol, biraz sonra seni yutabilir..
5 kişiyiz.. Gülsüm, Central Park'ta kitap okumayı unut!
Son 2 kişiyiz. Hayatımda ilk defa son ikiye kalmak ters yönde bir heyecan uyandırdı.. Sakin ol Gül, tamam ilk red yiyecek olan sen değilsin! Babalar gibi turist vizen var. 8 yıl boyunca Amerika'ya gidip gelebilirsin.
Veeee sona kaldım.. Saat 13:00.
O an salonda sadece ben ve güvenlik görevlileri var. Bankonun arkasında memurlar, aralarında muhabbet ediyorlar. Gişe ekran ışıklarının hepsi sönmüş. Gözüm bir elimde tuttuğum rakam öbeği 206'da, bir ekranda..
Güvenlikteki Türk memura bir sorun olup olmadığımı sordum. Bu gergin bekleyişin üzerine beni tersleyerek durumu benim bilmem gerektiğini sert bir dille hatırlattı bana (!). Bir diğer güvenlik görevlisine daha sordum, o da bir problem olduğunu sezmiş olmalı ki bir yeri arayarak durumu bildirdi.
13:20.. Ve ekranda birden 206, kırmızı kırmızı göz kırpıyordu. O an'ki hissiyatı ifade edemem. Bankoya gittim. 35'li yaşlarda Amerikalı bir erkek memur oldukça kibar ve mahcup bir Türkçe ile yeni bir şok dalgasını üzerime saldı: "Gül Hanım, öncelikle sizi bu kadar çok beklettiğimiz için özür dileriz. Çünkü dosyalarınız kayboldu, onu arıyorduk". Ben bu korku üzerine ölmediysem daha da ölmem! Verdiğim ilk tepki donuk, hissiz, kanı çekilmişti: "Buldunuz mu?"
Bulunmuş.. Kendimi yerçekimsiz ortamdaymışım gibi hissettim, tarifi yok bu an'ın..
Türkiye'de ne iş yaptığımı, hangi eyalete gideceğimi, orada ne iş yapacağımı; New York'a gideceğimi söyleyince daha önce gidip gitmediğimi sordu. Evet, iki yıl önce gitmiştim. Bunun üzerine iki yıl önceki o seyahatimin nedenini sordu.. Amerika seyahati yapmışsanız ayrıntıya indiklerini fark ettim. Üniversite diplomamı dosyamdan çıkarttırdı ve görmek istedi! Diplomanızın aslını götürebiliyorsanız her ihtimale karşı götürün. Amerika'da akrabalarım olup olmadığını sordu. Yoktu, sadece tanıştığım bir kaç insan vardı. Sonra gülümseyerek vizemin onaylandığını ve pasaportumda basılı olan Amerikan turist vizesinin iptal edileceğini, artık geçerli olmayacağını ifade etti.. Boşluktayım. Hislerim nötr. Vizemin onaylandığı müjdesini algılamam kaç saniyemi aldı, bilmiyorum. Gül, derin nefes al ve durduğun dönüm noktasını fark et, hoş geldin!
Ve bugün (08 Eylül 2017): Bugün forumda bir talihlinin, vizesi onaylanmasına rağmen pasaportunun teslimi esnasında AP sürecine takıldığını ve bu süreç ile ilgili yaşadığı tecrübeyi endişeli gözler ile okurken PTT birden bana pasaportumun belirttiğim PTT şubesine ulaştığına dair bir kısa mesaj gönderdi. (Pasaportu bizzat sizin almanız ya da vekilinizin alması gerekiyor.)
Saat 17:00'a gelirken, işyerinden çıkıp PTT'ye can havliyle kendimi nasıl attığımı anlatmayacağım. Endişemin sebebi: Ya ben de forumdaki arkadaş gibi AP sürecine takıldıysam. Sürece takılmak mesele değil. Bu sürece Eylül ayında takılmak problem. Gülsüm, boşuna mı sevindin? Elçiliğin gönderdiği paketi ellerim titreyerek açtım. Gözlerim AP sürecine takıldığımı bildiren emareleri endişeli gözler ile arıyorken neyse ki içinden Amerika'ya giriş yaptığımda görevlilere teslim edeceğim ve kesinlikle açmamam gereken sarı zarf, pasaportum ve UCSIS ödemesi ile ilgili yazılı bir kağıt vardı.
Huhhhhh!
İşte bu! İşte bu New Yorker!