@fortuneormisfortune @Orhan-Cabarov İkinci sorunun da otomatik cevabı "Hayır". Ama normal bir yılda ve süreç bu kadar ilerlemeden yapanlar ve başarılı olanlar var. Bu yıl, başka göçmen vize türleri için yapanlar ve başarılı olanlar var. Bu yıl, çeşitlilik vizesi (DV) için deneyenler var; ancak, henüz sonucunu bilmiyoruz. Muhtemelen öğrendiğimizde de, kopyalamak için çok geç olacak. Bu nedenle, siz de benim gibi Ankara'nın 30 Eylül'e kadar DV işlemi yapmayacağına kesin olarak kanaat getirenlerden iseniz, ilk deneyenlerden olmakta fayda var. Tabii, risk tamamen deneyene ait.
kingocali tarafından gönderilen iletiler
-
RE: [Arşiv] DV2021 (2021 Green Card Lotosu) Asamalari
-
RE: [Arşiv] DV2021 (2021 Green Card Lotosu) Asamalari
Goh v. Blinken davasının dava dilekçesinde (ilgili başlık altında linkini paylaştım), davacıların taleplerine (Request for Relief bölümü) baktığım zaman, avukatların, vizesi onaylanmış, ancak pasaportuna basılmamış olanlar için, mülakat tarihi verilmiş, ancak sonradan iptal edilmiş olanlar için, evrakları bir şekilde ilgili konsolosluğa ulaşmış, ancak geçen süre zarfında geçerliliğini yitirmiş olanlar için, taleplerinin ne kadar açık ve yerine getirilebilir; evrak talebi dahi almamış olanlar için, ne kadar muğlak ve uygulanamaz olduğunu; evrak talebi dahi almamış davacılardan avukatların bile ümitsiz olduğunu, ama adam başı 2.000 Dolar'ımızı aldıkları için bunu açıkça ifade etmekten kaçındıklarını görüyorum (Hizmet sözleşmesinde "Bu toplu bir davadır. Fiyatı o yüzden bu kadar düşüktür. Bu nedenle, şahsi durumunuzla ilgili bireysel sorular soramazsınız" şartı koştukları için, "Bizim durumumuz ne olacak? / Bizim durumumuzda ne yapmalıyız?" diye soru da soramıyoruz).
Bu başlığın ilk sayfasındaki DV-2021 tablosuna baktığım zaman, KCC'nin, artık evrak taleplerini hiçbir kurala uymadan gönderdiğini görüyorum. Numarası benim gibi büyük arkadaşlar evrak talebini nasıl alıyorlar? Evrak talebi talep etmek mi daha mantıklı (açıkçası, KCC'ye bunun için bir neden uydurmakta zorlanıyorum); yoksa, evrak talebi beklemeden direkt evrakları gönderip, doğrudan evrak onayı talep etmek mi daha mantıklı (bunun nedeni gayet açık ve tartışmasız)?
Diğer yandan, B planı olarak, Amerika'daki avukatlara Adjustment of Status konusunda taleplerimi gönderiyorum. "Ben hallederim; gel" diyen olursa, atlayıp gideceğim. Bir taraftan da, evrak onayı alıp, dosyamın Ankara'ya gönderilmesi, ya da gönderilmese bile bir şekilde Ankara ile ilişkilendirilmesi durumunda, Adjustment of Status alternatifini engeller mi / ihtimalini ortadan kaldırır mı diye endişeleniyorum. Amerika'daki avukatlar sabık başkan Trump'ın var olduğunu iddia ettiği ekonomik krizden pek etkilenmemiş olacaklar ki, henüz taleplerime dönüş yapan olmadı. Halbuki arkadaş bir E2 başvurusu yaptı. 7.000 Dolar'ını aldılar. Ben Amerikalı avukat olsam, benim gibi keriz müşteriyi kaçırmazdım. Konuya dönüyorum: KCC'den evrak onayı alıp, dosyanın zamanı geldiğinde / dava kazanıldığında Ankara'ya gönderilmeyi bekler hale gelmesini sağlamak, o zaman gelmeden önce Amerika'ya gidip, dosyanın Ankara'ya değil, USCIS'e gönderilmesini talep etmenin önünde engel oluşturur mu?
Sorularımı rafine ediyorum:
-
(Davadan gerçekten bir sonuç elde edebilmek için) KCC'ye evrak talebi talebi mi göndereyim?
-
(Davadan gerçekten bir sonuç elde edebilmek için) KCC'ye evrak talebi beklemeden doğrudan evraklarımı mı göndereyim?
-
KCC'den Ankara mülakatı için evrak onayı almak, dosya Ankara'ya gönderilmeden ya da gönderildikten sonra Amerika'ya gidip Adjustment of Status başvurusu yapmaya engel olur mu?
Teşekkürler. Saygılar.
-
-
RE: DV2021 Goh v. Blinken Davası (Mart 2021)
ImmPact Litigation Team (Kuck & Baxter, Siskind & Susser ve Joseph & Hall), dün gece dava dilekçelerini yayınladı:
https://www.dropbox.com/s/8mlv6jgx181q4p4/Goh v Blinken--Compaint (Redacted).pdf?dl=0
Bu arada, @Orhan-Cabarov , sen Goh v. Blinken davasının bekleme listesindesin ama, senin şartlarına daha uygun olduğunu düşündüğümüz, Curtis Morrison'ın Mayıs'ta açacağı davanın da bir bekleme listesi var. Adını ona yazdırmadıysan, şu linkten o davanın iletişim listesine katılabilirsin (sayfanın en sonunda):
-
RE: [Arşiv] DV2021 (2021 Green Card Lotosu) Asamalari
@rayen KCC'ye mail atılıp, hele ki bu karışıklıkta, bundan daha olumlu bir cevap alınabileceğini hayal dahi edemiyorum. Ben olsam, oh çekmek bir yana, göbek atıyor olurdum Tabii ki üstatların ne diyeceği önemli ama, bence istediğinizi almışsınız; bir tek, DS-260 forumunu açtırıp, uygun şekilde güncellemek kalmış. Tebrikler. Hayırlı olsun; Allah tamamına erdirsin inşallah.
@Orhan-Cabarov Kardeş, arkadaşlar çok güzel yazmış. Çok şükür istediklerini de almış. Müsaadesi olursa, copy / paste / ilgili yerleri kendine uyarla. Darısı senin başına...
-
RE: DV2021 Goh v. Blinken Davası (Mart 2021)
Bu değerlendirmeyi, sizlerden farklı ya da fazla hiçbir bilgiye sahip olmadan, yalnızca gidişata bakarak ve hayat tecrübeme dayanarak yapıyorum. Tabii ki hukuki bir tavsiye değildir.
Gidişat gösteriyor ki, Ankara'da uzunca bir süre DV-2021 işlemi yapılmayacak. 17 Mayıs'a kadar yapılmayacağı zaten kesin. Ama ben şahsen, yazın da yapılmasını beklemiyorum. Bir mucize olsa ve yapılmaya başlansa, DV-2020 kazananlarından Yargıç Mehta tarafından hakları saklanmış olup, mülakatlarına başlanmamış olanlar ve başka göçmen vize kategorilerinde başvuru yapmış olup, mülakatlarına başlanmamış olanlar olmasa bile, 17 Mayıs'tan sonra vize görüşmesi yapabilecekleri dosya numarası 10.000'i geçemez.
Yani @Orhan-Cabarov , teorik olarak ve en iyimser tahminle, Ankara'nın 17 Mayıs'ta DV-2021 kazananlarına mülakat tarihi vermeye başlayacağını varsayarak, senin hala bir şansın var (ama o da çok fazla değil). Ama dosya numarası 10.000'den büyük olanların konvansiyonel yöntemle (Ankara'da mülakat tarihi bekleyerek) hayallerine kavuşması (bence) imkansız.
Dosya numarası 10.000'den büyük olanlar için, green card'larına kavuşmanın yegane üç yolu, 1. Dava açmak ve onu kazanmak, 2. Mülakat yeri değiştirmek, 3. Adjustment of Status yapmak.
Dava açmak ve onu kazanmak zaten yeterince zor. Ama dava açıp kazansan bile, hayallerine kavuşamayabiliyorsun. DV-2020 kazananı olan arkadaşlar dava açtılar. Kazandılar. Yargıç Mehta kendilerine 9.095 vize rezerve etti. Ama onlar da hala bekliyorlar. Ne mülakata çağıran var, ne ne zaman çağıracakları belli. Hangi öncelik sırasına göre çağırılacakları bile belli değil. Davayı kazananlar mı çağırılacak, sıra numarası gelenler mi çağırılacak, önce davayı kazananlar, sonra sıra numarası gelenler mi çağırılacak; hiçbir şey belli değil. Ama en azından umutları devam ediyor. Bu devirde, bu bile bulunması zor bir nimet.
Mülakat yeri değiştirmek alengirli bir iş. Zaten başka başlık altında tartışılıyor ve sen zaten o başlığı da yakından takip ediyorsun. O yüzden, bunun detayına girmiyorum. Zaten, ben mülakat yeri değiştirecek şartları sağlamıyorum (başka yerin vatandaşı da değilim; başka yerde oturma iznim de yok). Dolayısıyla, bu ihtimale fazla kafa yormuyorum.
Adjustment of Status da alengirli bir iş. Ama benim için uzak, insanlık için idealden uzak bir ihtimal de olsa, bir ihtimal.
Ankara'da mülakat tarihi, dosya numaram 38 bin küsur olduğu için, bana asla gelmeyecek. Dolayısıyla, hayatta bir defa başıma gelmiş olan bu şansı devam ettirebilmem için, önümde iki seçenek var: 1. Dava açmak, 2. Adjustment of Status. Ben şu an ikisini de kovalıyorum.
Sen daha şanslısın. Çünkü senin dosya numaran 3 bin küsur olduğu ve sen Azerbaycan vatandaşı olduğun için, senin üç seçeneğin var: 1. Ankara'da mülakat tarihi beklemek, 2. Mülakat yerini Tiflis olarak değiştirmek, 3. Dava açmak. Geçerli bir ABD vizen var mı, bilmiyorum. Eğer var ise, dört seçeneğin var: 4. Adjustment of Status.
Bu adımlardan hangilerini atarsan, şansın o kadar artıyor; umudun o kadar uzun sürüyor. Yapman gereken tek şey, bu green card'ı ne kadar çok istiyorsun ve onu elde etmek için ne fedakarlıklar yapmaya muktedir ve hazırsın; bunun kararını vermek. "Ben bu green card'ı istiyorum. Onu alana ya da alamayacağım kesinleşene kadar her yolu deneyeceğim" kararını verirsen, bir dakika bile kaybetme; dosyanı Tiflis'e taşımak için DS-260'ını açtır. Green card'ını alana kadar, geçici olarak Azerbaycan'a taşınmayı göze alamıyorsan (çünkü dosyanı ancak o zaman Tiflis'e taşıyabiliyorsun), bir dakika bile kaybetme; hemen davanı aç. Cebinde ABD vizen varsa, bir dakika bile kaybetme; hemen ABD'ye git ve Adjustment of Status işlemlerine başla. Ama unutma; kaç başlık altında, aynı soruyu noktasının virgülünün yerini değiştirip kaç defa sorarsan sor, ne bu forumdaki, ne de herhangi bir avukatlık bürosundaki hiç kimse, sana dosyanın Tiflis'e taşınabileceğini, davayı kazanacağını, davayı kazansan bile vizeni alabileceğini (bkz. DV-2020 kazananı olup, açtıkları davayı da kazandıkları halde mülakata bile çağırılmayanlar), Adjustment of Status başvurunun kabul edileceğini, edilse bile işlemlerinin 30 Eylül'e kadar yetişeceğini garanti edemez. Ederse de sen inanma zaten. Kesin yalan söylüyordur.
Ne dava açanlar, ne Amerika'daki göçmenlik avukatlarına Adjustment of Status süreciyle ilgili sorular sormak için yüzlerce Dolar para bayılanlar; hiçbirimiz, bu işleri, davayı kazanacağımız, avukat aracılığıyla yapınca, Adjustment of Status başvurumuzun kabul edileceği ya da 30 Eylül'e kadar yetişeceği garanti olduğu için yapmıyoruz. Buraya kadar gelmişken, bütün yolları deneyelim; gün geçtikçe azalan şansımız artsın, umudumuz sürsün diye yapıyoruz. 1 Ekim 2021'de, "Ömrümde bir kere şans yüzüme güldü. Ama nihayetinde o iş olmadı. Yine de olsun diye elimden geleni yaptım. Kaybettim ama, sonuna kadar savaştım" diyebilmek, 1 Ekim 2021 gecesi huzur içinde uyuyabilmek için yapıyoruz.
Sorduğun soruların doğru ya da yanlış hiçbir cevabı yok. Senin ne yapmaya karar verdiğin ve yaptıklarının işe yarayıp yaramadığı var. Bu forumda da ne yapmaya karar verdiğimizi ve yaptıklarımızın işe yarayıp yaramadığını paylaşıyoruz. Başka bir şey değil.
Dosyanı Tiflis'e taşımak için, green card'ını cebine koyana kadar geçici olarak Azerbaycan'a taşınmayacaksan ve Ankara'da mülakat tarihi beklemek tek seçeneğin olmasın, şansın artsın ve mülakat tarihi alamadan süreç bitse bile umudun devam etsin istiyorsan, davaya katıl. Ama Goh v. Blinken pahalı geldi diyorsan, bu dava tek seçeneğin değil. Curtis Morrison, Mayıs'ta bir dava daha açacak. Davayı açmadan önce 500 Dolar, sen göçmen vizenle Amerika'ya girdikten sonra bir 500 Dolar daha istiyor (sen de benim gibi yalnızsın diye biliyorum; hanımın, çocuğun varsa, onlar için de, Amerika'ya girdikten sonra adam başı 500'er Dolar daha). O daha ekonomik, özgüvenli ve adil bir teklif. Ben şahsen kendisinden pek hazzetmesem, kendisini tercih etmesem de, o davalarını da kazandı üstelik.
Özetle kardeşim, çok düşün, kesin karar ver ve kararını verdikten sonra, sonucu ne olursa olsun, o kararın arkasında dur. Hepimiz öyle yapıyoruz. Yoksa, sendeki kararsızlık ve huzursuzlukla (bir başlıkta geceleri uyuyamadığını söylemiştin), bu hayat yaşanmaz.
Senin sıra numaran da gayet şanslı. Bizim işimiz olmasa bile, senin işin olur inşallah. Yeter ki, yumruğunu şu masaya vur artık. Hadi Allah'a emanet...
-
RE: Amerika'da MBA yapmak?
@Ghost Ne geliyor, ne gelmiyor. Öncelikle belirtmeliyim ki, Amerika'da doktora yapabilmek için, Amerika'da yüksek lisans yapmış olmak gibi bir kaide yok (Hatta çoğu kez, lisansta çok başarılı olmak, araştırmalar, yayınlar yapmış olmak kaydıyla, yüksek lisans yapmış olmak gibi bir kaide bile yok). Ama herhangi bir yerde yüksek lisans ve uluslararası dergilerde yayın yapmış olmanız, Amerika'da doktora yapabilmenizi de garantilemiyor. Başvurmak istediğiniz okulun doktora şartlarına bakıyorsunuz. Sağlıyorsanız, o okulda, araştırma yapmak istediğiniz konuda çalışmaları olan bir doktora danışmanı buluyorsunuz. "Ben şu konuda araştırma yapmak istiyorum. Danışmanım olur musunuz?" diye iletişime geçiyorsunuz. Neden o konuda çalışmak istediğinizi, hangi metodolojiyi kullanmayı düşündüğünüzü, sonunda nasıl bir sonuç elde etmeyi hedeflediğinizi ve bu sonucun bilime / dünyaya ne gibi bir katkısı olacağını anlatan bir "doctoral proposal" yazmanız, hocanın sizi ciddiye almasına yardımcı olacaktır. Bazı okullarda, doctoral proposal yazılması zaten kabul şartlarından biri. Hoca konuyu ve teklifinizi beğenirse, geri kalan aşamalar (TOEFL'mış, GRE'ymiş, referans mektubuymuş, niyet beyanıymış) kolaylaşıyor. Bazı şartları sağlamasanız bile, hoca Admissions'a "Ben bu adamı / kadını istiyorum" dedi mi, kapılar açılıyor.
Önce hocayı bulup, sonra okulun şartlarına da bakabilirsiniz. Ama çok iddialı bir okulsa ve sizin şartlarınızla okulun kabul şartları arasında uçurumlar varsa, hocanın sözü yetmeyebilir.
Bazı okullar / hocalar, belli araştırma konularında devletten, özel kişi veya kurumlardan fon almış, dolayısıyla, araştırmalarını o konuda yoğunlaştırmak zorunda olabiliyor. Bu durumda, okulun / hocanın web sitesinde "Şu konuda araştırma yapacak doktora adayları aranıyor" şeklinde ilanlar yayınlanıyor -- ki, bu şekilde doktora programlarına başvuran doktora öğrencilerine, (yerli olsun, yabancı olsun) çoğu kez bir burs da sağlanıyor.
Özetle, Amerika'da doktora yapabilmeniz, yalnızca hocanın / okulun, size özel koşulları (mezuniyet ortalamanız çok yüksek olabilir; GRE skorunuz çok yüksek olabilir; uluslararası dergilerde yayınlanan makalelerinizi çok beğenebilirler; teklif ettiğiniz araştırma konusu ve yöntemini çok beğenebilirler; onların ilanına başvuran tek aday siz olabilirsiniz; danışmanınız Pamukkale Üniversitesi'nden oraya gitmiştir; danışmanınız memleketliniz çıkar, vs) beğenmesi ve kabul etmesine bağlı. Yukarıda örnek verdiğim koşulların hepsinin gerçek olması halinde, Türkiye'de yalnızca lisans mezunu olsanız bile, Amerika'da doktoraya kabul edilmeniz olası.
Naçizane, ilgi duyduğunuz konuda uzmanlaşan okul ve hocaları araştırmaya başlamanızı, onların araştırma konularında neleri ve nasıl araştırabileceğinize çokça kafa yormanızı, "Ben bunu böyle, böyle yapacağım. Sonucu şu olacak ve dünyada şunu değiştirecek" şeklinde bir metin kaleme almanızı (internette formatları, örnekleri mevcut) ve nihayetinde, kabul alma olasılığınızı arttırmak için, birden fazla okula başvurmanızı tavsiye ederim.
-
RE: Amerika'da MBA yapmak?
@denizci10 Rica ederim. Konsolosluk hala "Ne işin var orada bu yaştan sonra?" diye sorabilir. Soracaktır. Sormalıdır. Sormak görevi ve en doğal hakkıdır. Önemli olan, kendilerine özgüvenli, güçlü ve kararlı bir cevap verebilmek. Bence "Kariyerimde hedeflediğim üst pozisyonlara ulaşabilmek için, kendime yatırım yapmam gerektiğini, Amerika'da yapacağım yüksek lisansın da, bu yönde yapılmış iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum. Ama bu demanding atmosferde başarılı olabilmek için, önce İngilizce'mi kusursuzlaştırmam gerekiyor. Ardından, akademik gelişimime odaklanacağım" gayet güçlü ve ikna edici bir cevap. Şartlı kabul de, bunun resmi belgesi ve tartışılmaz kanıtı.
Vizeler konusunda bilgili ve tecrübeli forumdaşların sıkça söylediği gibi, zor olan, konsolosluğa dil okulunu kabul ettirebilmek. Bence şartlı kabul, dil okulunu da legitimize ediyor. Yüksek lisans konusunda, zaten kimse yaşa takılmaz. Zira, kariyerin ne zaman gerektirirse, paranı ne zaman denkleştirirsen, yüksek lisansı o zaman yaparsın. Bunu da, eğitim orada ticari ve çok büyük bir sektör olduğu için, dünyada en iyi Amerikalılar bilir.
15 senede, Amerika'nın göçmenlik politikası mutlaka değişmiştir. Trump zamanında ne hale geldiğini zaten biliyoruz. Biden'ın henüz kendi düzenini oturtamadığını zaten görüyoruz. Ama benim orada bulunduğum 2001 - 2004 yılları arasında, ALI'dan geçtiğini gördüğüm 31 Türk (bu sayıyı, aklıma yeni insanlar geldikçe edit'leme hakkımı saklı tutarım) içinde, konsolosluğa, reddetmelerini zorlaştıran en sağlam senaryoyla giden kişi bendim. Yüksek lisansa şartlı kabul almıştım. Şartları yerine getirmem için yürümem gereken yol belliydi. Hem dil okulu, hem yüksek lisansı kapsayan F1'i pasaportuma basıverdiler. Geriye kalan 30 Türk'ün tamamı, Amerika'ya yalnızca dil okulu vizesiyle gelmişti. Dil okulundan sonra, aralarından 5'i ön lisansa (içlerinden yalnızca 1'i lisans ve yüksek lisansa kadar devam etti), 4'ü (Marketing, E-Commerce falan gibi) bir takım sertifika programlarına, 4'ü yüksek lisansa kabul aldı. 1'i, Çevre Mühendisliği bölümündeki Türk hocalardan (o zaman 3 tane vardı; şimdi hiç kalmadı) biriyle evlendi. Kalanlar, bir yere giremeyip, memlekete döndü. 30 Türk'ün 5'i 10'lu yaşlarının sonunda (üniversite okuma hayaliyle gelmiş), 20'si 20'li yaşlarının başında (yüksek lisans yapma hayaliyle gelmiş), 3'ü 20'li yaşlarının ortalarında (yüksek lisans yapma hayaliyle gelmiş), 2'si 30'lu yaşlarının başındaydı (biri üniversite okuma hayaliyle gelmiş; diğerinin ne olduğu, niye geldiği belli değil). Hepsi de, yaşa takılmadan, hem de dil okulu için verilmiş F1 vizesiyle gelebilmişti.
Aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, ben yalnızca, öyle ya da böyle, konsolosluk memurunu ikna edip, vizesini cebine koyabilmiş olanları gördüm. Vizesi reddedilenlerden, onların senaryolarından, ret sebeplerinden haberdar değilim. Dolayısıyla, aktardıklarım pek objektif sayılmaz. Yine de, dil okulunda gördüğüm Türk profillerinin heterojenliğinden, okulun şartlarını sağlayıp, gereken paraya da sahip olduktan sonra, hele ki şartlı kabul durumunda, vize almanın hala çok zor olmayacağı konusunda ümitliyim.
Hangi yolu seçerseniz seçin, Allah yolunuzu açık etsin... Saygılar...
-
RE: Amerika'da MBA yapmak?
@denizci10 Öncelikle, pandemi yokmuş gibi cevap vermek durumundayım. Zira, pandemiden sonra işlerin nasıl yürüdüğüne dair en ufak fikrim yok. Umarım vereceğim bilgiler pandemiden dolayı güncelliğini çok kaybetmemiş olur ve işinize yarar.
Sonralıkla, Amerika'da yaşın mevzu olduğunu hiç görmedim. Hatta, Amerika'ya 32 yaşında gelip, 33 yaşında dil okulu, 35 yaşında Grossmont College'da General Education alanında ön lisans, 39 yaşında California State University San Marcos'ta Computer Science alanında lisans, 43 yaşında Southern States University'de MBA bitiren, sonra da Amerika'da kalan arkadaşım var.
En son olarak da, MBA başlığı altında yazdığınız için, MBA yapmak istiyormuşsunuz gibi; hangi alanda yüksek lisans yapmak istediğinizi belirtmediğiniz, ama hangi alanın mezunu olduğunuzu belirttiğiniz için, kendi alanınızda yüksek lisans yapmak istiyormuşsunuz gibi iki ayrı cevap vereceğim -- ki, zamanında düşünmediğim bir olasılık için, bir iterasyon daha yapmak zorunda kalmayalım.
MBA yapmak istediğiniz varsayımıyla: SDSU'da ALI (American Language Institute) adında bir enstitü var. Çok geniş kapsamlı bir dil okulu. International Business English gibi, Teaching English as a Second Language gibi, Teaching English as a Foreign Language gibi programları olduğu için, 40'lı, 50'li yaşlarında bile öğrencileri var. ALI, English for Academic Purposes ve Pre-MBA programlarından birine (ya da ikisine birden) başvurur, program(lar)ı devamsızlık yapmadan ve başarıyla tamamlamayı, TOEFL ve GMAT zorunluluğunu oraya gittikten sonra yerine getirmeyi taahhüt ederseniz, SDSU'daki MBA programına şartlı kabul sağlıyor. Ona uygun bir I-20 yolluyor. Konsolosluk da, hem dil okulunu, hem de yüksek lisansı SDSU'da yapacakmışsınız gibi bir vize veriyor. İngilizce'deki "sıkıntı"nızın seviyesine göre, 1 dönemde mi, 2 dönemde mi halledersiniz; kendiniz karar verir, ona göre başvuru yaparsınız. Mesela, benim özel okuldan 7 senelik sağlam bir İngilizce temelim vardı. Ama hiç İngilizce pratiğim, hiç hayat tecrübem yoktu. Evimden, ailemden ilk kez uzak kalacaktım; tek başıma ilk kez yaşayacak, kendi işimi ilk kez kendim görecektim. Hem yeterli İngilizce pratiğini kazanmak, hem de geçiş dönemini nispeten hafif atlatmak için ALI'a iki dönem gitmeyi tercih ettim. Önce English for Academic Purposes (EAP), sonra Pre-MBA programlarına yazıldım (Şartlı MBA kabulüm, bunlarla birlikte geldi zaten). Pre-MBA'i beklemeden, EAP'nin sonunda TOEFL'a ve GMAT'e girdim. İkisini de ilk denememde hallettim. Pre-MBA'e kafam rahat gittim. Ertesi dönem de, tüm şartları sağlamış olduğum için, direkt MBA'e başladım. ALI, GMAT skoru 540'ın (SDSU'nun MBA programına girmek için gereken minimum skor. Ortalama 610) altında olan, ama devamsızlığı olmayan, ödevlerini zamanında ve eksiksiz teslim etmiş, çalıştığı, çabaladığı her halinden belli olan öğrencileri için, SDSU Graduate Business Advisor'a referans mektubu yazabiliyor. Her şeyiniz dört dörtlükse ve bir GMAT'e takıldıysanız, önünüzü açabiliyor. GPA konusunda, Amerikalı öğrenciler için minimum 2.85, uluslararası öğrenciler için minimum 3.00 (Ortalama 3.40) istiyorlar. Ama sitede "should" denmiş; "must" denmemiş. CV'niz, iş veren(ler)inizden alacağınız referans mektupları, sizin yazacağınız niyet beyanınız sağlam olursa, bunun da esnetilebileceğinden eminim. Bunun örneğini de, bir sonraki başlıkta vereceğim.
Kendi alanınızda yüksek lisans yapmak istediğiniz varsayımıyla: Öncelikle, bir önceki paragrafta anlattığım şartlı kabul süreci, MBA dışı yüksek lisanslar için de aynen geçerli. Yalnızca, Pre-MBA programı yerine, Pre-Masters programına (Benim zamanımda yoktu; artık var) kayıt olacaksınız; GMAT yerine, GRE'ye gireceksiniz. Sürecin geri kalan tüm aşamaları aynı.
Ben MBA'e girmeye çalışırken, yine SDSU'nun Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği bölümünde (ikisi aynı bölüm) yüksek lisansa girmeye çalışan bir Türk arkadaş vardı. Erzurumlu'ydu. Lisansı Doğu Akdeniz Üniversitesi Elektrik - Elektronik Mühendisliği bölümünde bitirmişti. GPA'i, GRE'si, neredeyse hiçbir şeyi programa girmeye yetmiyordu. Ama arkadaşta (kelimelerimi dikkatli seçmeye çalışıyorum) "medeni cesaret" vardı. Bölümünde Türk hoca olduğunu keşfetmiş (o zaman bir tane vardı); tabiri caizse, günlerce adamın kapısında yattı. "Hocam, bana referans ver" diye ısrarcı oldu. Adam da sonunda dayanamadı; verdi. Oğlan programa kabul aldı. Bir şekilde de bitirdi. Babam (İstanbul Üniversitesi'nde 3000 göstergeli öğretim görevlisi) ayda 300 milyon, annem (İstanbul Üniversitesi'nde 3600 göstergeli öğretim görevlisi) ayda 400 milyon, Deloitte'ta çalışan yeni mezun (Bilkent Üniversitesi İşletme) arkadaşım ayda 560 milyon, Good Year'da çalışan yeni mezun (Boğaziçi Üniversitesi Yönetim ve Bilişim Sistemleri) arkadaşım ayda 1 milyar 300 milyon kazanırken, Ericsson'da ayda 5 milyara işe girdi. Özetle, doğru kişiden alınacak referans mektubu, epey bir kapı açıyor.
İyi haber şu ki, şu an SDSU'nun Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği bölümünde 4 Türk öğretim üyesi var. Lazım olursa diye, bölüm directory'sinin linkini aşağıya bırakıyorum.
Umarım faydalı olabilmişimdir...
-
RE: New York
@Orhan-Cabarov Manhattan'ın, yalnızca benim gördüğüm ve arkadaşlarımın yaşadığı kısımları için geçerli. Hele diğer borough'ları hiç bilmem. New York tecrübem, toplam 28 günlük turistik bir seyahat ve orada yaşayan arkadaşlarımdan duyduklarımdan ibaret ne yazık ki. Çok biliyormuş gibi ahkam kesmek istemem. Ama San Diego'dan sor; ne istersen söyleyeyim
-
RE: New York
@kingocali, içinde söyledi: New York
Upper East Side, New York
(San Diego başlığı altında fotoğrafları görmüş ve metni okumuş olan arkadaşların affına sığınarak) İlk iki fotoğrafta, en solda görülen 15 katlı bina, New York'ta yanında kaldığım Türk arkadaşın 1+1 condo'sunun bulunduğu bina. Binanın tamamı condo'lardan oluşuyor. Kiralık daire yok. Her katta yaklaşık 10 daire var; 15 kattan, 150 dairelik bir apartman. Ayıp olmasın diye, arkadaşa kaça aldığını sormadım. İçinden fotoğrafları çektiğim 1+1 apartment ise, abisinin yaşadığı, tamamı apartment'lardan oluşan 20 katlı bir binada bulunuyor. Satılık daire yok. Her katta yaklaşık 10 daire var; 20 kattan, 200 dairelik bir apartman. İçinden fotoğrafları çektiğim 1+1'in aylık kirası $3,900.
Google Drive'da yerim kalmamıştı. Gmail, "Gelecek yeni mail'lere yer kalmadı" uyarısı verip duruyordu. KCC'den gelecek mail'i kaçırmamak için, nasılsa telefonda bir kopyası duruyor diye, Drive'daki bütün fotoğraf yedeklerini sildim. Meğer telefonda hiçbir şey durmuyormuş. Paylaşabileceklerimin dışında, Amerika'daki hayatın hem iyi, hem kötü; hem güzel, hem çirkin; hem gerçek, hem palavra yan ve yönlerini belgelemek için çektiğim ne fotoğraflar gitti. İçinden fotoğrafları çektiğim 1+1'in bulunduğu binanın fotoğrafı da, maalesef, giden fotoğraflar arasındaydı. Ama dış görünüş ve yaşam tarzı olarak, fotoğraflarda en solda görülen binadan bir farkı yok.
Gayrimenkul fiyatlarının fahiş olduğu İstanbul'da nasıl otopark problemi varsa, gayrimenkul fiyatlarının fahiş olduğu New York'ta da otopark problemi var. Apartmanların otoparkı yok. Apartmanlar dikey mimari ile inşa edilmiş olduğu için, sokaklarda da, o kadar kat malikine yetecek park yeri yok. O yüzden, girişimciler, 3-4 apartmanda bir, bir arsa satın alıp, üzerine katlı otopark dikmişler. Nitekim, ilk iki fotoğrafta, karşıdaki sokağın içinde, yanında kaldığım arkadaşın yaşadığı binanın hemen arkasındaki 3 katlı bina, bir katlı otopark. Lakin, aylık ücreti $700. O sebepten, evlerine yılda toplam $1,000,000 giren Türk arkadaşım ve Amerikalı eşi bile, son iki fotoğrafta görülen araçlarını, 5 blok aşağıdaki, aylık ücreti $200 olan katlı otoparka bırakıyorlar. Eşi beni dolaştırırken, kendi gözlerimle şahit oldum. Bir eline 1,5 yaşındaki kızın arabasını, diğer eline 3,5 yaşındaki oğlanın elini alıyor; yükünü de sırtına vuruyor; o soğukta, hiç üşenmeden 5 blok yürüyor. Alışveriş de yaptığı zaman, kızın hepsini taşıyacak eli kalmıyor. "Ben olmadığım zaman ne yapıyorsun?" diye sorduğumda, "Zor oluyor ama, hallediyorum bir şekilde" deyip, gülüyor. 1. New York'ta yaşam planlarken, arabanız da olacaksa, otopark ücretlerini de hesaba katmakta fayda var. 2. Upper East Side'da, altınızda Mercedes, cebinizde $1,000,000'la böyle yaşayacaksanız, o green card'ı yakın; hiç gitmeyin Amerika'ya
Not: Parasal büyüklükler, Amerikan notasyonuyla yazılmıştır. Türk notasyonuna çevirmek için, virgül gördüğünüz yere nokta, nokta gördüğünüz yere virgül koyunuz.
New York'taki arkadaşlar (abi - kardeş), pandemi başladığından beri ilk defa İstanbul'a geldi. Ben de, fırsattan istifade, "Ayıp olursa olsun" dedim; Manhattan'da ev sahibi olana, Upper East Side'daki 1+1'ini kaça aldığını sordum. $650,000'a almış. Westchester'da baktığı müstakil evler de, 1.5 - 2 milyon Dolar arasındaymış. Merak edenler için, vaktiyle eksik bıraktığım bu bilgiyi, geç de olsa tamamlamış olayım...
-
RE: San Diego
@kingocali, içinde söyledi: San Diego
Aşağıdaki fotoğrafta, en solda görülen 15 katlı bina, New York'ta beni misafir eden Türk arkadaşın 1+1 condo'sunun bulunduğu bina. Binanın tamamı condo'lardan oluşuyor. Kiralık daire yok. Her katta yaklaşık 10 daire var; 15 kattan, 150 dairelik bir apartman. Ayıp olmasın diye, kaça aldığını sormadım. İçinden fotoğrafı çektiğim 1+1 apartment ise, abisinin yaşadığı, tamamı apartment'lardan oluşan 20 katlı bir binada bulunuyor. Satılık daire yok. Her katta yaklaşık 10 daire var; 20 kattan, 200 dairelik bir apartman. Aylık kirası $3,900 olan 1+1 daire, işte bu, içinden fotoğrafı çektiğim daire. Bu dairenin bulunduğu binanın fotoğrafı ise, maalesef, kaybolan fotoğraflar arasındaydı. Ama dış görünüş ve yaşam tarzı olarak, fotoğrafta en solda görülen binadan bir farkı yok.
Gayrimenkul fiyatlarının fahiş olduğu İstanbul'da nasıl otopark problemi varsa, gayrimenkul fiyatlarının fahiş olduğu New York'ta da otopark problemi var. Apartmanların otoparkı yok. Apartmanlar dikey mimari ile inşa edilmiş olduğu için, sokaklarda da, o kadar kat malikine yetecek park yeri yok. O yüzden, girişimciler, 3-4 apartmanda bir, bir arsa satın alıp, üzerine katlı otopark dikmişler. Nitekim, karşıdaki sokağın içinde, beni misafir eden arkadaşın yaşadığı binanın hemen arkasındaki 3 katlı bina, bir katlı otopark. Lakin, aylık ücreti $700. O sebepten, evlerine yılda toplam $1,000,000 giren Türk arkadaşım ve Amerikalı eşi bile, aşağıda fotoğrafları görülen araçlarını, 5 blok aşağıdaki, aylık ücreti $200 olan katlı otoparka bırakıyorlar. Eşi beni dolaştırırken, kendi gözlerimle şahit oldum. Bir eline 1,5 yaşındaki kızın arabasını, diğer eline 3,5 yaşındaki oğlanın elini alıyor; yükünü de sırtına vuruyor; o soğukta, hiç üşenmeden 5 blok yürüyor. Alışveriş de yaptığı zaman, kızın hepsini taşıyacak eli kalmıyor. "Ben olmadığım zaman ne yapıyorsun?" diye sorduğumda, "Zor oluyor ama, hallediyorum bir şekilde" deyip, gülüyor. 1. New York'ta yaşam planlarken, arabanız da olacaksa, otopark ücretlerini de hesaba katmakta fayda var. 2. Upper East Side'da, altınızda Mercedes, cebinizde $1,000,000'la böyle yaşayacaksanız, o green card'ı yakın; hiç gitmeyin Amerika'ya
Aşağıdaki fotoğrafta görülen 2 katlı binalar kompleksi ise, San Diego'da benim yaşadığım 1+1 apartment'ın bulunduğu binalar kompleksi. Fotoğrafta görülmüyor ama, yaya kapısının solundan devam eden duvarın devamında, 5'i alt, 5'i üst katta, toplam 10 daire ve bir garaj kapısı, sağından devam eden duvarın devamında, 5'i alt, 5'i üst katta, toplam 10 daire ve bir garaj kapısı var. Kompleks, tamamı duvarlar, bir şifreli yaya kapısı ve iki uzaktan kumandalı garaj kapısı ile çevrilmiş, yaklaşık 5.000 metrekare alan üzerine yerleştirilmiş, ikisi "I", ikisi "U", biri "O" şeklinde, hepsi ahşaptan ve 2 katlı 5 binadan oluşuyor. Binaların üç tarafı komple açık garaj, bir tarafı yaya ve garaj kapılarıyla çevrili. "I" şeklindeki binaların arasında, "U" ve "O" şeklindeki binaların ortasında, ortak kullanım alanları ve süs bahçeleri var; "U" şeklindeki binalardan birinin ortasında ise, bir yüzme havuzu bulunuyor. Fotoğrafta, havuzun bir köşesi görülüyor. İşte bu apartmandaki bir 1+1'in aylık kirası $1,450. New York'taki, dikey mimari ile inşa edilmiş bir apartmandı; bu, yatay mimari ile inşa edilmiş bir apartman. Onda da 150 - 200 daire vardı; bunda da 150 - 200 daire var. Onda 1+1'in aylık kirası $3,900 idi; bunda 1+1'in aylık kirası $1,450. Onda otopark yoktu; bulursan da, ekstra ücrete ($200 - $700) tabiydi. Bunda otopark var. Üstelik beleş. San Diego'da yer bol olduğu için ("Yer bolluğu", "yer yokluğu" mevzuuna, başka bir gün, ayrıca gireceğim. Elimdeki belgeler de çok çarpıcı olacak), apartmanların, müstakil evlerin, alışveriş merkezlerinin, hastanelerin, liselerin, üniversitelerin, aklınıza gelebilecek her yerin mutlaka otoparkı var. Üstelik hepsi beleş (Edit: Üniversitelerde, uzun süreli parklar ücretli olabiliyor). Bunun tek istisnası Downtown. Orada otopark, kaldırım kenarı da olsa, katlı otopark da olsa ücretli.
San Diego'da beni misafir eden Amerikalı arkadaşın $190,000'a aldığı 1+1 condo'sunun bulunduğu, yine yatay mimari ile inşa edilmiş, ahşaptan, 2 katlı binanın fotoğrafı da, maalesef, kaybolan fotoğraflar arasındaydı. Ama dış görünüş ve yaşam tarzı olarak, yukarıdaki fotoğrafta görülen binadan bir farkı yok. Benim yaşadığım apartment'ta, uzaktan kumanda ile girilen açık garaj var. Amerikalı arkadaşın condo'sunun ise, kendi driveway'i var. Aşağıda fotoğrafları görülen güzelliği oraya bırakıyor. Müstakil evlerde ise, küçük olanlarda, genelde yalnızca driveway, büyük olanlarda ise, genelde driveway + kapalı garaj oluyor.
San Diego'da beni misafir eden Amerikalı arkadaş, San Diego'nun toplu taşımasını planlayan Metropolitan Transit System'da çalışıyor ( Metropolitan Transit System'da çalışıyor. İşe arabayla gidip geliyor. Toplu taşımanın yeterli olmadığının kanıtı ). Hem condo'sunu, hem GT'sini, dişiyle, tırnağıyla kazıyarak aldı. İki defa kanseri yendi. Kız highway'e bir çıkıyor. Bütün camları indiriyor. Rüzgar saçlarının içinden geçerken, motorun sesini dinliyor (Bunun belgelerini de, "yer bolluğu", "yer yokluğu" mevzuunun içinde paylaşacağım). İşte böyle yaşayacaksanız, benim green card hakkımı da siz alın; gönül rahatlığıyla gidin Amerika'ya
New York'taki arkadaşlar (abi - kardeş), pandemi başladığından beri ilk defa İstanbul'a geldi. Ben de, fırsattan istifade, "Ayıp olursa olsun" dedim; Manhattan'da ev sahibi olana, Upper East Side'daki 1+1'ini kaça aldığını sordum. $650,000'a almış. Westchester'da baktığı müstakil evler de, 1.5 - 2 milyon Dolar arasındaymış. Merak edenler için, vaktiyle eksik bıraktığım bu bilgiyi, geç de olsa tamamlamış olayım...
-
RE: San Diego
@Sefa Hafızamı zorladım. Umarım beni yanıltmıyordur ama, hatırlayabildiğim kadarıyla, hem doğu kıyısında, hem batı kıyısında, normalde "Turkcell" yazan (servis sağlayıcıyı gösteren) yerde "AT&T" yazıyordu (Turkcell, bana sattığı "Amerika'da mobil iletişim" hizmetini AT&T'den alıyordu) sanki...
2001 - 2004 arası, California'da, normalde "Turkcell" yazan yerde, "Pacific Bell" yazıyordu. Ondan kesin eminim de (Malum, ihtiyarlar uzak geçmişi daha net hatırlar; sabah kahvaltıda ne yediğini bilmez)...
-
RE: San Diego
@Sefa Aman efendim, estağfurullah. Elimizden geldiği, dilimiz döndüğünce...
Beni New York'ta misafir eden arkadaş, bana bir ABD hattı alacaktı. Ben yanına gittikçe, o hattı kullanacaktım. Unuttu. (Paraya sıkışık bir zamanımda gittiğimden) Bütün masraflarımı o karşıladığı için (Elim rahatlayınca, kendisinin öyle bir talebi olmamasına rağmen, benim için yaptığı tüm masrafları geri ödedim), hatırlatmaya da yüz bulamadım. Eğer sorunuz, "Mi9 ABD hattıyla çalışıyor mu?" şeklindeyse, bu sorunun cevabını bilmiyorum.
Ama gitmeden önce, Turkcell'i arayıp, roaming'i açtırmıştım. Dönüşte 1.000 Lira'ya yakın fatura ödedim ama, Mi9'a takılı Turkcell hattımı hem New York'ta, hem New Jersey'de, hem de California'da çatır çatır kullandım Gerçi Turkcell de, mobil iletişim hizmetini Amerikalı şirketten alıp, müşterisine satıyor; dolayısıyla, müşteri her halükarda Amerikan şirketinin şebekesini kullanıyor ama, Mi9, aracı başka bir kuruluş olmadan, doğrudan Amerikan şirketinin şebekesine bağlanabiliyor mu; bu konuda tecrübe sahibi değilim maalesef.
Umarım sorunuzun özünü kavrayabilmiş ve bilgim dahilinde doğru cevaplayabilmişimdir. Cevaplayamadıysam, teknolojiyle arası harika olmayan orta yaşlı bir adamın anlayacağı dile sadeleştirip, tekrar deneyin lütfen
-
RE: Amerika'daki ilginc deneyim ve gozlemleriniz
@Sefa Şu green card işi tatlıya bağlanırsa, sözüm olsun
-
RE: Amerika'daki ilginc deneyim ve gozlemleriniz
Merak ettiğiniz ikinci anekdotu göz önünde daha iyi canlandırabilmek için vermem gereken ön bilgiyle, "şanslı anekdotlar" bittikten sonra, sırf siz beni genelgeçer olarak "şanslı olmak"la itham etmeye başlamayın diye, hayattaki gerçek "şans"ıma dair vereceğim üç örnekten birinin detayı, bu başlığın kapsamı altına giriyor. Zannederim, başlıkla içeriği uyumlandırma işini, kimseyi üzmeden, kimseyi kızdırmadan halletmek mümkün olabilecek
İkinci Anekdot İçin Ön Bilgi: San Diego'dan (ABD), Tijuana'ya (Meksika) giden karayolları (I-5 ve I-805) San Ysidro'da birleşiyor ve bizdeki köprü / otoban gişelerine benzeyen bir sınır kapısından Meksika'ya giriyor. Meksika dönüşü, ABD'li kardeşlerimiz, her şeritte bir memur olacak şekilde teşkilatlanmış. Memur, gelene geçene bakıyor. Tipini beğendiğine (California plakalı, içinde kadınlı - erkekli 1-2 beyazın bulunduğu binek araç), çoğu zaman pasaport bile sormadan, eliyle "Geç" diyor. Beğenmediğini (Meksika plakalı, içinde 3-4 esmer abinin oturduğu ticari araç) ikincil muayeneye gönderiyor. İkincil muayene (Secondary Inspection), pek güvende hissedilecek bir yer değil. Her yerde "Memur size gelmeden aracınızdan inmeyin. Aleyhinizde ölümcül güç kullanılabilir" falan gibi uyarı tabelaları var. Meksika'ya girerken ise, sınırda tek Allah'ın kulu durmuyor. Meksikalı kardeşlerimiz, sınır kapılarına köpek bağlama ihtiyacı dahi hissetmemiş. Öyle bir rahatlık [Bu paragraf, 2001 - 2004 arası durumu özetlemektedir. Sonrasında, hele ki Trump zamanında, durumun nasıl olduğuna dair bilgi sahibi değilim.]
İkinci Anekdot: Amerika'da 5. ayım. Hala dil okuluna gidiyorum. Hala yurtta kalıyorum. Amerika'ya gelmeden önce, diş hekimime gitmiş, gereken tüm kontrol ve tedavileri yaptırmışım; Amerika'dayken de dişlerime son derece iyi bakıyorum, ki gol yemeyeyim. Okulun zorunlu tuttuğu sağlık sigortasını yaptırmışım. Diş tedavisini kapsamıyor. Bir sabah, okula gitmeden önce dişlerimi fırçalıyorum. Dilime, dişlerimden birinin dünyaya bakan yüzünde bir oyuk takıldı. Hemen ağzımı çalkaladım. Dudakları çekiştirip, önce dişi, sonra deliği buldum. Çürümüş.
Hakem penaltıyı vermiş. Gol kesin. Bari dedim, beraberliğe oynayayım; en kötü, az farkla mağlup olayım da, tur şansı ikinci maça kalsın. Dil okulunda, rahmetli Kyle Conroy'un Advanced Grammar sınıfından tanıdığım ve memleketinde (ama San Diego'dan 2.800 km uzakta olan Mexico City'de) diş hekimi olduğunu bildiğim Meksikalı kızı ("Kız" dediğime bakmayın. Ben 23 yaşındayım; o 29 yaşında) buldum. Durumu anlattım. "Daha rutin (6 aylık) kontrol zamanı bile gelmedi. Nasıl olur?" diye sordum. "Diş macununu, kullandığın, içtiğin suyun evsafını, yediğin yemeğin asit, şeker oranını değiştirirsen, böyle şeyler olabilir" dedi. Can havliyle, "Memleketinde diş hekimi olduğunu biliyorum. Ama Mexico City'de olduğunu da biliyorum. Acaba sınıf arkadaşlarından falan, Tijuana'da çalışan var mıdır?" diye sordum. "Ben haftasonları Tijuana'da diş hekimliği yapıyorum. Dil okulunun parasını oradan çıkarıyorum" dedi. Vallahi Allah gönderdi!
Kız (Sarı boya saçlı, beyaz tenli. Ben zaten kumral, yeşil gözlüyüm. O zaman saç var; sakal yok) beni Cumartesi sabahı arabasıyla (California plakalı) yurttan aldı. Tijuana'ya götürdü. Dişlerimi muayene etti. 4 dolgu, 1 kanal tedavisi gerektirecek kadar berbat durumdaymışım. Ben dilimle çürüklerden yalnızca birini tespit edebilmişim. 7 seanslık işim varmış. Allah razı olsun; 7 hafta boyunca, beni her Cumartesi yurdun kapısından aldı. Tijuana'ya, Dra. Myrna Aguilar'ın ağız ve diş sağlığı polikliniğine götürdü. Dolguları kendisi yaptı. Kanal tedavisi için, endodonti uzmanına yönlendirdi. İşimiz bitince, Kuzeybatı Meksika'nın görülmeye değer yerlerine götürdü (ör: Rosarito Beach). (Ben polikliniğin terasında saatlerce kendisinin işinin bitmesini beklediğim için, o saate kadar kuruyan dolgular sağ olsun) Denemeye değer lezzetlerini tattırdı (ör: Sokak tezgahından fish taco, adını hatırlamadığım ünlü bir restorandan Meksika usulü steak). Sonra da getirip, yurdun kapısına bıraktı.
Ömrümdeki ilk ve tek kanal tedavisini Meksika'da yaptırdım. Evveliyle, nasıl yapıldığına dair en ufak fikrim olmadığı için, İngilizce bilmeyen endodontist, çeneme, beni konuşamaz hale getiren uyuşturucuyu enjekte ederken; dişimi ortadan ikiye kesip, içini oyup, içine sinir ölsün diye zehir koyup, kapatırken; ertesi hafta açıp, ölü sinir parçalarını çıkarıp, kalan dokuyu mühürlemek için yakarken, üç buçuk atmadım değil. Ama 1. Amerika'da, tedaviden sonra geçirdiğim 3 yıl boyunca bir daha diş hekimi yüzü görmem gerekmedi, 2. Türkiye'ye döndükten sonra, olayı kendi diş hekimime anlattım; diş(ler)i kendi diş hekimime gösterdim; "Bundan daha iyi yapılamazdı" dedi. Panoramik ağız ve çene röntgeniyle de teyit etti.
Aynı işi Amerika'da yaptırsaydım, bana maliyeti 4.000 Dolar olacaktı. (Tania olmasaydı) Canımı tehlikeye atıp, Meksika'da toplam 800 Dolar'a yaptırarak, 3.200 Dolar (zarardan) kar etmiş oldum (Yol masraflarını, aldığım bedava şoförlük ve tur rehberliği hizmetlerini, en önemlisi de, komple paketin "hayatı kolaylaştırma primi"ni saymıyorum bile). Allah Tania'dan razı olsun!
Şimdi baktım. Dra. Myrna Aguilar da paranın nerede olduğunu fark etmiş. Bir yolunu bulup, muayenehaneyi Poway, CA'ya taşımış. Kendisine de hayırlı olsun...
Üçüncü Anekdot: Bu, 2004'te Türkiye'ye dönüp, piyasada ayda 1.450 Lira'ya Satış Mühendisi, ayda 1.500 Lira'ya İthalat Müdürü, ayda 1.500 Lira'ya İhracat Müdürü olarak çalışıp, Türkiye'de bir halt olunamayacağını fark edip, kendi kendimi erken emekli ettikten sonra yaşanıyor (Aslında, bu iş hikayeleri de müthiş hikayeler ama, bırakın başlığı, maalesef forum kapsamına bile girmiyor). Sene 2009...
Spora gittim. Antrenmandan sonra, çantamı omzuma asmış, spor salonundan eve yürüyorum. Hiçbir şeyden haberim yok. Eve vardım. Facebook'tan mesaj gelmiş. Orta Hazırlık ve Orta 1'de aşık olduğum kız, "Bugün evimin önünden geçtin. Balkonda kızımı uyutuyordum. Uyanmasın diye seslenemedim ama, müsait olduğunda bir kahve içelim mi?" yazmış. Kocasından boşanmış. Baba evine dönmüş. Ben evin önünden geçmişim falan... Kahveyi içtik. Devamı da geldi. Sırf o gün spora gitmiş olmam, çok uzun sürmemiş olsa da, güzel bir birlikteliğe vesile oldu. Orta Hazırlık ve Orta 1'den miras "içimde kalmışlık" son buldu.
Amerika'da da buna benzeyen bir hikayem var ama, bende duygusal hiçbir iz bırakmamış olduğundan, benim için bir kıymeti yok. Doğal olarak, "şansımın yaver gittiği olaylar" listemde de değil. Üstelik, o bu kadar masum da değil. Onu buralarda kaleme almasam daha iyi
Şimdi de, sırf Qualcomm'da 8.800 Dolar, dişçide 3.200 Dolar kar ettik; bir de, spora giderken kız arkadaş edindik diye, beni "şanslı" zannetmemeniz için, şansımın gerçekte nasıl olduğuna dair 3 örnek vermek isterim: Ben, normalde, ücretsiz staj yaptığı şirketten, 7. iş gününde kovulmayı (başlıkla ilgili olduğu için, birazdan detayına gireceğim); internette benimle yazışmaya başladıktan sonra, Facebook status'ını "How I Met Your Father" olarak değiştiren kızı elinden kaçırmayı; 13. denemesinde, green card çekilişini 38 bin küsuruncu sıradan kazanıp, onu da, bir virüsün dünyada 2,3 milyon insanı öldürüp, Trump'ın Amerika'ya başkan olduğu yıla denk getirmeyi başarmış / başaran / başaracak bir insanım. Yani, "Öyle şanslısın", "Böyle talihlisin" demeyin; külahları değişiriz
Ömrümdeki tek kovulma hikayemi de anlatarak, paylaşımımı noktalayayım: Sene 2003. Okul bitmek üzere. Olursa iş, olmazsa staj arayışım sırasında, ama Qualcomm'dan önce, SMS.ac adında, pazara en hızlı giriş yapan şirket ödülü almış (Tabii, o zamanın şartlarıyla... Bugünün şartlarıyla kıyaslandığında, son derece ilkel) bir sosyal medya girişimine, sırf deneyim kazanmak için, ücretsiz stajyer olarak girdim. University Town Center'da, normalde patronun evi olan bir suite'in salonunda, SMS ve MMS üzerinden sosyal paylaşım yapılmasını sağlayan bir sosyal mecra yönetiyoruz. Ben Türkiye'deki partnerlerle ilişkileri yönetiyorum ( 2005'te, Türkiye'deki partnerde de işe girdim. O da fazla uzun sürmedi ). Patronun (son derece fit), call girl fiziğinde (son derece fit), call girl isminde ("Brandi", with an "i") bir kız arkadaşı var. Abla, aynı zamanda, şirketin İş Geliştirmeden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı. Gün içinde, sürekli, "Burada yeterince yerimiz yok", "Burada yeterince yerimiz yok" diye söyleniyor. 7. iş günümde işe bir geldim. (Müşteri İlişkileri Müdürü, Mali İşler Müdürü, Mühendislik Müdürü dahil) Şirketteki bütün şişmanların işine son vermişler. Ben stajyer olduğum için, bana para bile vermedikleri için, akşamdan beni arayıp, "Yarın hiç gelme" demeyi ihmal etmişler. Gittim. "Günaydın" dedim. "Kovuldun" dediler. Eve döndüm
Şimdi baktım. Michael'la Brandi hala fit. Bruce hala şişman. Mali İşler Müdürü'yle Mühendislik Müdürü'nün isimlerini hatırlamıyorum
-
RE: Amerika'daki ilginc deneyim ve gozlemleriniz
@yalta Madem bu kadar merak uyandırdı, yazmaya söz vermiş olayım. Lakin, burada saat 05.50 oldu. Müsaadenizle şimdi yatayım. Yarın yazayım. Bu arada, bekleyişe biraz daha suspense katmak adına, Amerika'da geçen ikinci hikayenin de, yukarıda, forumdaşların hikayelerini paylaştıkları diş tedavisi ile ilgili olduğunu çıtlatmış olayım. Ama ben toplamda 3.200 Dolar kar ettim
Bunun bu başlıkta ne işi var diye kızacak admin abileri de, doğrudan size yönlendireceğimi peşinen söylemiş olayım
Saygılar bizden...
-
RE: Amerika'daki ilginc deneyim ve gozlemleriniz
Okul bitmek üzere. Olursa iş, olmazsa staj arıyorum. Sabahtan akşama kadar, internet başında, Yahoo Jobs senin, Monster benim (o zaman bunlar vardı), ilan kovalıyorum. Haftada bir, okulun kariyer ofisine uğruyorum. Bir gün "Bölümün de ayrı bir kariyer ofisi var. Oraya gittin mi?" dediler. "Haberim bile yok. Nerede ki o?" dedim; yerini öğrendim; gittim.
İşletme binasının en üst katında bir oda var. Ortasında bir masa var. Üstünde bir dosya var. İçinde hep POP ve gerilla pazarlama elemanı arayan ilanlar var. H1 getirecek hiçbir şey yok. H1 getirecek işe kaldıraç olacak staj da yok. Tam küfredip kalkıyordum; dosyanın arka kapağına ters konmuş bir ilan olduğunu fark ettim. Neymiş diye baktım. San Diego'nun en büyük 15, Amerika'nın en büyük 500 şirketinden, Amerika'nın en çok tercih edilen ilk 400 iş vereninden (o zaman ilk 100'deydi) biri olan Qualcomm'da bir staj var. 3 aylık proje. Projenin sonunda, bir kereye mahsus 800 Dolar para veriyorlar. Hemen aradım. "Yarın gel, başla" dediler.
Henüz mezun olmadığım, OPT'ye hak kazanmadığım için, profesörlerden birinden aldığım "Bu staj, bu adamın akademik gelişimi için gereklidir" yazısı ve okuldan aldığım özel izinle gitmem gerekiyordu. Tamamlar tamamlamaz gittim. İnsan Kaynakları'nda girişimi yaptılar. Masamı, bilgisayarımı, telefonumu hazır ettiler. İş başı yaptım. Haftanın iki günü gitmeye başladım. 10 - 15 gün sonra okul bitti. Müdürüme, "Okulum bitti. Yapacak başka işim de yok. Sizden, anlaştığımızın dışında hiçbir şey istemiyorum ama, tam zamanlı gelebilir miyim?" dedim. "Olur" dedi. Bir yandan OPT işlemlerini tamamladım; diğer yandan işe her gün gitmeye başladım. Yasal statümü kaybetmemek için, OPT evrakını İnsan Kaynakları'na gönderdim. Haftanın sonunda, İnsan Kaynakları'ndan çağırdılar. "Zaten zar zor bulduk. Bu iş de buraya kadarmış" dedim; kurbanlık koyun gibi gittim.
İnsan Kaynakları'nda, karşıma Çin göçmeni bir abla çıktı. "İş veren olarak, bizim standartlarımız var. Sen mezun olmuşsun. Biz yüksek lisans mezunu stajyeri 3 ayda 800 Dolar'a çalıştıramayız" dedi. Ben "Kısmetimiz buraya kadarmış. N'apalım?" falan derken, "Biz sana ayda 3.200 Dolar vermek zorundayız. Kabul ediyor musun?" dedi. "Sen ciddi misin? Bunu gerçekten soruyor musun?" dedim. Çinli olduğu için anladı; gülümsedi; "Ama ben bunu sormak zorundayım" dedi. "Tabii ki kabul ediyorum. Sen deli misin?" dedim.
3 ayda 800 Dolar için anlaştığım işten, 3 ayda 9.600 Dolar kazandım (Belki mezun olmadığım ilk 10 - 15 günden kesinti yapmışlardır. Orasını çok net hatırlamıyorum. Üzerinden 18 sene geçti). Bu vesileyle, Qualcomm'un (o zaman) neden en çok çalışılmak istenen ilk 100 şirket arasında olduğunu da öğrenmiş oldum.
42 senelik hayatımda, şansımın yaver gittiği (yalnızca) 3 olaydan biri olması hasebiyle, bu anekdotun bende ayrı bir yeri vardır. Bu 3 olaydan biri daha Amerika'da başıma geldi. Uygun başlık altında yeri gelirse, onu da anlatırım.
-
RE: Amerika'da MBA yapmak?
Karı - koca uzman hekim olan iki arkadaşım var. Koca Anestezi Uzmanı (Amerika'nın en çok kazandıran mesleği). Eşi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı (Amerika'nın en çok kazandıran 3. mesleği). İkisi de Türk (Bu detay birazdan önem kazanacak). Amerika'nın sağlık çalışanlarına en çok ihtiyaç duyduğu şu günlerde Amerika'ya gittiler. Hackensack, NJ'de Rus pastanesi açıyorlar. Sakın Tıp okuma kardeşim
-
RE: Amerika'da MBA yapmak?
@Bilalcan Rica ederim. Yardımcı olabildiysem, ne mutlu.
Madem çoğu zaman olduğu gibi boşa konuşmuyorum, o zaman, son olarak, önümüzdeki 25 sene boyunca artan miktar ve oranda ihtiyaç duyulacak (İşletme eksenli) uzmanlık alanlarını da ilginize sunayım. Duruma göre, lisans ve / veya yüksek lisans ve hatta doktora için aklınızda bulunsun.
Supply Chain Management: Ticaretin hızla evrilmekte olduğu hal olan "Çok sayıda farklı tedarikçiden gelen, çok sayıda farklı kategoride, çok sayıda farklı ürünü, e-ticaret portalları üzerinden gelen online siparişler üzerine, en kısa zamanda, en düşük maliyetle, eksiksiz ve hasarsız olarak son kullanıcıya ulaştırma (ve iade halinde, tam tersi)" misyonunu en verimli ve en karlı şekilde yerine getirmek için yapılacak analizler, simülasyonlar, optimizasyonlar, operasyonlar ve raporlamaların (ve bu aşamaların mükemmele ulaşıncaya = sonsuza kadar tekrarı) tümü bu kapsama giriyor. Hangi ürün, hangi tedarikçiden, ne zaman, hangi fiyata alınmalı; hangi taşıyıcıya, ne zaman, hangi fiyata taşıtılmalı; hangi müşteriye, ne zaman, hangi fiyattan satılmalı sorularının en optimal şekilde cevaplanmasını kapsıyor. Bu işte iyi ve kalıcı olmak için, tedarik zinciri oyuncularını (tedarikçi, üretici, toptancı, perakendeci, son kullanıcı), arz ve taleplerini tanımanın, onlarla verimli, karlı, sürdürülebilir kişisel ve kurumsal ilişkiler kurmanın yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, istatistik, istatistik programları, simülasyon, simülasyon programları ve ERP programları bilmek / öğrenmek gerekiyor.
Operations Management: Endüstri mühendisleriyle rekabete girmek pahasına (Üretim, İşletme Fakültesi'nde de bir ana bilim dalıdır), ürünlerin, en verimli ve en karlı şekilde üretilmesi için yapılacak analizler, simülasyonlar, optimizasyonlar, operasyonlar ve raporlamaların (ve bu aşamaların mükemmele ulaşıncaya = sonsuza kadar tekrarı) tümü bu kapsama giriyor. Hangi hammadde ve / veya ara ürün, hangi tedarikçiden, ne zaman, hangi fiyata alınmalı; hangi üretim yöntemleri ve / veya süreçleriyle, ne zaman, hangi maliyetle üretilmeli; hangi müşteriye, ne zaman, hangi fiyattan satılmalı sorularının en optimal şekilde cevaplanmasını kapsıyor. Bu işte iyi ve kalıcı olmak için, üreticinin özelliklerine ve kapasitesine, ürün ağaçlarına, üretim yöntemleri ve / veya süreçlerine, piyasadaki arz ve talep trendlerine hakim olmanın, tedarikçi ve müşterilerle (üreticinin tercihine göre, "müşteriler", toptancılar ve / veya perakendeciler ve / veya son kullanıcılar olabilir) verimli, karlı, sürdürülebilir kişisel ve kurumsal ilişkiler kurmanın yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, istatistik, istatistik programları, simülasyon, simülasyon programları ve ERP programları bilmek / öğrenmek gerekiyor.
Business Analysis / Intelligence: Müşteri şikayetleri, müşteri talepleri, müşteri anketleri, müşterilerle yapılan focus group'lar, bayi şikayetleri, bayi talepleri, bayi anketleri, bayi toplantıları, CRM programları, sosyal medya, son kullanıcı tarafından kullanılmakta olan cihaz ve makinelerin IoT vasıtasıyla üreticiye gönderdiği geri bildirimler gibi veri kaynaklarından toplanan verilerin, müşteri şikayetlerinin ne olduğu, müşteri taleplerinin nereye gittiği, ürünün neye evrilmesi gerektiği, iş modelinin nasıl değişmesi gerektiği, işin nereye varması gerektiğiyle ilgili, üzerinde karar verilebilir bilgiler haline getirilmesini kapsıyor. Bu işte iyi ve kalıcı olmak için, araştırma yöntemlerine hakim olmanın, müşteri ve bayilerle verimli, karlı, sürdürülebilir kişisel ve kurumsal ilişkiler kurmanın yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, CRM programları, sosyal medya takip, analiz ve raporlama programları, veri tabanı mimarisi, yönetimi, veri tabanı sorgulama programları, istatistik ve istatistik programları bilmek / öğrenmek gerekiyor.
Accounting: Patronlar hesap, devletler vergi istediği sürece (insanlığın yaşam tarzında, avcı - toplayıcılıktan, tarım merkezli yerleşik düzene geçiş kadar köklü bir değişiklik olmadığı sürece) var olacak. İlgili ülkenin mevzuatını, şirket kullanıyorsa, ERP programını, artık her şey dijitalleştiği için, muhasebe programlarını, MS Office programlarını (ve / veya muadillerini) bilmek gerekiyor. Aslında dört işlem. Ama sorumluluğu ağır.
Finance: Patronlar, ceplerindeki parayı harcamadan yatırım yapmak ve üretimde kazandıkları paralara da para kazandırmak istedikleri sürece (insanlığın yaşam tarzında, avcı - toplayıcılıktan, tarım merkezli yerleşik düzene geçiş kadar köklü bir değişiklik olmadığı sürece) var olacak. Finansman ve yatırım enstrumanlarına hakim olmanın, finansal hesaplama yöntemlerini bilmenin yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, finansal analiz programlarını, kriptopara ve blockchain teknolojilerini öğrenmek gerekiyor.
Emin olun, ilk paylaşımımda verdiğim olumlu örneklerin, ikisi hariç tamamı, bilmek / öğrenmek gerekiyor dediğim şeylerin (kendi alanlarıyla ilgili) tamamını bilir / öğrenmiş durumdadır. İki istisnadan birinin insan ilişkileri insan üstüdür; diğeri de zaten çizgi altıdır
Son paylaşımımda olumsuz örnek olarak verdiğim, bilmek / öğrenmek gerekiyor dediğim şeyleri bilmeyen / öğrenmeyen, bilemeyen / öğrenemeyenlerin ise, biri Kuşadası'nda bir yandan çocuğuna bakıyor, diğer yandan kaptan kocasının seferden dönmesini bekliyor. Diğeri Datça'da bir yandan zıpkınla balık vuruyor, diğer yandan DV-2020 talihlisi olup, Trump Başgan memleketi göçmenlere kapatmadan önce Amerika'ya giriş yapıp, green card'ını cebine koyabilenlerden olduğu için, kara kara Amerika'da ne iş yapacağını düşünüyor. Sonuncusu ise, bir yandan kendine Erdek ya da Şarköy'de denize sıfır müstakil ev bakarken, diğer yandan DV-2021 sırası kendisine gelecek mi diye bekliyor. Amerika'da ne iş yapacağının kaygısı onda da yok değil
-
RE: Amerika'da MBA yapmak?
@Bilalcan Rica ederim.
Bahsi geçen bilimlerin atası Ekonomi. İşletmelerin ekonomisi önem kazandıkça, İşletme, Ekonomi'den türemiş bir bilim dalı. İşletmelerde bilişim sistemlerinin kullanımı ve önemi arttıkça, Yönetim ve Bilişim Sistemleri, İşletme'den türemiş bir bilim dalı. Hangisinin seçilmesi gerektiği sorusuna verilecek cevap, sizin "sınırlı kaynakların en iyi şekilde yönetilmesi" sorunsalını hangi ölçekte ele almak istediğinizle doğrudan alakalı. Ülkeler, bölgeler (Makroekonomi), toplumlar, sektörler (Mikroekonomi) bazında ele almak istiyorsanız, Ekonomi; işletmeler (General Management), işletme tedarikçileri (Supply Chain Management), işletme müşterileri (Marketing), işletme departmanları (Management & Organization / Organizational Behavior), işletme çalışanları (Human Resource Management) bazında ele almak istiyorsanız, İşletme; İşletme biliminin gereklerini, dijital ortamda simüle, optimize, opere ve rapor etmek istiyorsanız, Yönetim ve Bilişim Sistemleri.
Ekonomi mezunu, tam bir "generalist" oluyor. Çalışabileceği alanlar daha geniş, daha fazla (muhasebecilikten borsacılığa, kamu yönetiminden diplomatlığa kadar). İş bulması daha uzun sürebilir; iş güvenliği daha az olabilir. Yönetim ve Bilişim Sistemleri mezunu, tam bir "specialist" oluyor. Çalışabileceği alanlar daha sınırlı (Bilişim sistemlerini süreçlerinde yoğun olarak kullanan bir işletmede çalışacak). İhtiyaç büyük olduğu için, günümüz şartlarında iş bulması daha kısa sürer; iş güvenliği daha fazla olur. Benim son derece şahsi ve subjektif görüşüme göre, İşletme hem yeterince genel, hem de yeterince özel olduğu için, en optimali; en güvenlisi. Yalnızca lisans okuyacak olsaydım, İşletme tercih ederdim.
Ancak siz MBA yapmakta kararlı görünüyorsunuz. Aynı şeyleri iki kere okumanın faydası sınırlı olacağı için, lisansta Ekonomi, yüksek lisansta İşletme sizin için mantıklı bir seçim olabilir. Ekonomi, İşletme, Finans mezunlarına MBA diplomasını daha kısa sürede veren okullar mevcut (Ekonomi, Finans derslerinden muaf tutup, bir senede MSBA (Master of Science in Business Administration) diploması veriyorlar). Bu, daha ekonomik bir seçim ve hayata atılmanın daha kısa bir yolu olabilir.
Yine de, kendini geliştirmenin sınırı olmadığı için, Ekonomi - İşletme Çift Anadal seçeneğini değerlendirmekte fayda olabilir. Biri okunurken / okunduktan sonra, diğeri Açıköğretim'den bitirilebilir. Uzmanlaşma işi, yüksek lisans seviyesine bırakılabilir. Burada da belirleyici faktör, sizin kendinizi ne kadar zorlamak istediğiniz ve zorlamaya başladıktan sonra ne kadarına dayanabileceğiniz olacaktır.
Seçiminizi etkileyecek değişkenler çok fazla olduğu için, tek ve mutlak bir cevap vermek mümkün de, doğru da değil. Bu yüzden, onun yerine, bütün ihtimalleri önünüze sermek istedim. Zaten bizim ülkede istediğiniz bölümü kazanacağınızın bir garantisi de yok. Bu sebepten, ben olsam, hem Ekonomi, hem İşletme yazar (yüksek lisans da planladığınız için, bu aşamada Yönetim ve Bilişim Sistemleri gibi uzmanlık alanlarına girmez), önce nereye yerleşebildiğime bakar, yol haritamı ona göre çizerdim. Hangisini kazanırsam, diğeriyle Çift Anadal yapmaya çalışır, olmuyorsa, diğerini Açıköğretim'den almaya çalışır, olmuyorsa, okul bittikten sonra işe girip, MBA için tecrübe biriktirirken Açıköğretim seçeneğini zorlardım.
Son olarak, birini kazanmışken, diğerini zorlamamın sebebini de kısaca açıklayayım: İnsanın hayatı iyi mi gidecek, kötü mü gidecek, ne zaman iyi, ne zaman kötü gidecek, ne kadar iyi, ne kadar kötü gidecek; bilmenin imkanı yok. Kendinizi ne kadar çok geliştirirseniz, ihtimalleriniz ve şansınız o oranda artar. O yüzden, yaşınız genç, enerjiniz bolken, kendinizi zorlayıp, hayatınızın erken yıllarında mümkün olduğunca çok donanım edinmeniz önemli.
Sebebini de, Amerika'da benimle aynı sınıfta MBA yapmış, ama kalıcı olamamış üç örnekle açıklayayım (Olumlu örnekleri daha önce vermiştim. Üç örnekten biri de benim):
ODTÜ Fizik + SDSU MBA --> İşsiz
İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği + SDSU MBA --> İşsiz
İstanbul Üniversitesi Makine Mühendisliği + SDSU MBA + İstanbul Üniversitesi MSc in Marketing Management --> İşsizYaşlar 42 ile 46 arasında değişiyor. Allah'tan hepimiz aileden varlıklıyız da, hiçbirimiz sıkıntı çekmiyoruz.
Umarım aydınlatıcı ve faydalı olabilmişimdir...