@ibrahimasar Bende öyle bir baht var ki, 13. denememde kazanıyorum. Ama onda da öyle bir başkana, öyle bir zamana, öyle bir sıra numarasına denk geliyor ki, kazanınca da gidemiyorum. Ama 10 senelik vizem var. Sen restoranı aç; en kötü, turist olarak gelir, yine yerim; sözüm olsun abi
kingocali tarafından gönderilen iletiler
-
RE: San Diego
-
RE: San Diego
San Diego hakkında ilk ağızdan bilgi beklenmiş; gelmemiş. Müsaadenizle, ben yardımcı olmaya çalışayım.
Ocak 2001 – Nisan 2004 arası kesintisiz San Diego'da yaşadım. Vereceğim ilk bilgiler bayat olacak. Aralık 2019'da yaşadığım yerleri tekrar dolaştım; yaptığım şeyleri tekrar yaptım. Bütün bilgilerimi güncelledim. Takip eden bilgiler taze olacak. İkisini birden paylaşmamın sebebi, demografideki, maliyetlerdeki, vs değişimleri gözlemleyebilmeniz; trendlerin ne tarafa ve ne hızla gittiğini kendi gözlerinizle görebilmeniz olacak.
Aralık 2019 – Ocak 2020 arası New York’taydım. 2021 çekilişini kazandığımdan beri, forumu da yakından takip ediyorum. Edindiğim izlenimlerle, San Diego’yu, gördüğüm ya da duyduğum diğer Amerikan şehirleriyle de karşılaştıracağım. Karşılaştırmamın sebebi, San Diego ucuz mu, pahalı mı, yaşanacak yer mi; kendi kararınızı, kendi şart ve imkanlarınıza göre, kendiniz vermeniz olacak.
Baştan söylemeliyim ki, para birimlerini yazarken, Amerikan notasyonu kullandım. Amerikalılar, bölükleri virgülle, ondalık sayıları noktayla ayırıyorlar (bizim nokta kullandığımız yerde virgül, virgül kullandığımız yerde nokta kullanıyorlar). Biz bölükleri noktayla, ondalık sayıları virgülle ayırıyoruz (kafa karışıklığı olursa, nokta gördüğünüz yere virgül, virgül gördüğünüz yere nokta koyarak çözebilirsiniz).
Genelde, vasıfsız / mavi yakalı işler saatlik (wage), vasıflı / beyaz yakalı işler senelik (salary) ücretleriyle anılıyor. “Bunun saatlik ücretini yazdın da; bunun neden senelik ücretini yazdın?” diye merak ederseniz, sebebi budur. Tüm ücretler brüttür. Vergiyi, sene sonunda, kendi beyan ettiğiniz toplam yıllık geliriniz üzerinden ödüyorsunuz. Oranlar eyalete göre değişiyor.
Önce pek değişmeyen ya da yavaş değişen bilgilerle başlayayım: San Diego, yaklaşık 1,5 milyon nüfusla, California’nın 2., Amerika’nın 8. büyük şehri. Nüfusun %60’ı beyaz. %30’u, çoğunlukla Meksika asıllı Hispanik. Bir çoğu İngilizce bilmiyor. O yüzden her yerde, her şeyin hem İngilizce’si, hem İspanyolca’sı yazıyor. 2050’de, California genelinde, Hispanik nüfusun %45 ile çoğunluk olması bekleniyor. Ama 2050’den sonra da, yine her yerde, her şeyin hem İspanyolca’sı, hem İngilizce’si olacağından emin olabilirsiniz; lakin muhtemelen, İspanyolca’sı öne yazılır Asyalılar da azımsanmayacak sayıda. Çeşitlilik çok olduğu için, ırkçılık problemine ben hiç rast gelmedim (Aralık 2019 – Ocak 2020 New York’unda ise, yerel televizyonda, neredeyse her gün, bir anti-Semitik saldırı haberi vardı – ki, seyyar yiyecek tezgahlarını işleten Arap nüfus, şehrin göbeğinde, bağırta bağırta kendi müziğini dinliyordu; kimse de onlara bir şey demiyordu). Nüfusun %45’i, en az lisans mezunu. İnsanı, genelde medeni. Irkçı gibi algılanmak pahasına, kendi kişisel gözlemlerime dayanarak, sinemada konuşan, çevrede gürültü yapan, bir şeyleri kırıp döken, trafikte diğer araçları tehlikeye atan hareketler yapan kişilerin, genelde eğitim seviyesi düşük siyah ya da Hispanikler’den olduğunu söylemeliyim. Beyazlar, Asyalılar ve az sayıdaki Ortadoğulular’dan böyle davranışlar hiç görmedim.
San Diego, genelde güvenli bir şehir. Amerika’nın genelinde olduğu gibi, hiçbir evin kapısında, penceresinde demir parmaklıklar yok (New York’ta da yok ama, her binanın girişinde en az bir kahya / kapıcı / güvenlik görevlisi duruyor). Benim San Diego’da ilk ağızdan duyduğum tek adli vaka, Hispanik bir abinin, bıçak göstererek, gecenin bir vakti (ki, genelde oralar her saatte aydınlık ve kalabalık olur) yurttan 7-Eleven’a sigara almaya giden bir Türk kızının cüzdanını çalmasıydı. Tabii, gazetede, televizyonda daha fazlasını gördük. İnsanın olduğu her yerde, suç da oluyor ne yazık ki. Polisin, hayati tehlike içeren olaylara ortalama müdahale süresi, 2000’lerin başında, 10 dakikanın altındaydı. Şimdi, 16 dakikaya çıkmış diye şikayetler var. 2000’lerin başında, polis, boyuna uzun, enine geniş, ağırlık merkezi yere yakın Ford Crown Victoria sedan kullanıyordu. Aralık 2019’daki ziyaretimde, polisin, Ford’un Next Generation Police Interceptor konseptli (ağırlık merkezi yüksekte, direksiyon hakimiyeti zor) SUV’lerine geçtiğini gördüm. Sürenin uzamasını buna bağlıyorum. Tamam, San Diego’nun doğusundaki çöllerde kaçak Meksikalı kovalamak için işe yarayabilir ama, SUV’lerin ara sokaklarda modifiye Japon arabası kovalamaya uygun olduğunu düşünmüyorum (2000’lerin başında, New York’ta da polis, boyuna orta boy, enine geniş, ağırlık merkezi yere yakın Chevrolet Impala sedan kullanıyordu. Şimdi onlar da SUV’ye geçmiş. Ama onlar kimi kovalıyor; bilemiyorum. Gerçi New York’ta hala polis arabası çeşitliliği daha fazla). Ambulans ve itfaiye, polisten biraz daha yavaş gelir ama, onların da acil vakalara gelmesi 10-15 dakikayı geçmez. Zaten polislerin hepsi ilk yardım eğitimi almıştır. Ambulans / İtfaiye gelene kadar durumu idare ederler.
San Diego’nun mottosu “America’s finest city”. Katılmak durumundayım. Benim gördüğüm en güzel şehir. İstanbullu olmama rağmen, benim gözümde Antalya ikinci, İstanbul üçüncü.
San Diego, aynı zamanda, Amerika’nın iklimi de en güzel şehri. Florida’yla benzer iklime sahip olmasına rağmen, Florida’yı senede birkaç defa kasırga vurur. San Diego’da tayfun, kasırga, vs olmaz. Ortalama sıcaklık 25 derece Santigrat civarındadır. Kışın en fazla iki haftalığına 15 dereceye düşer; en kötü, yağmur yağar. Yağarsa, o iki haftada yağar. San Diego’da geçirdiğim toplam 3 sene, 2 ay, 15 gün boyunca, giydiğim en kalın giysi, kapüşonlu sweat-shirt olmuştur. Hadi ben irice bir adamım. Ufak tefek hanımefendiler, yanlarında bir de yağmurluk bulundursalar, sırtları yere gelmez. Aralık 2019’da gittiğimde, t-shirt’ten başka bir şey giymeye ihtiyaç duymadım. Fikir vermesi açısından, Aralık 2016’da Adana’ya gittiğimde de t-shirt’le dolaşmıştım. Adanalılar o sırada, anorak, bere ve eldivenle dolaşıyordu. Sebebini sorduğumda, “Hele gel, yazın 45 derecede buralarda dolaş. Bizim bünyemiz ona alışkın” cevabını verdiler. Hak verdim. San Diego’da da zaman zaman anorak, bereyle (eldiven hiç görmedim) dolaşan ablalar görebilirsiniz. Sebebini “Adana etkisi”ne bağlıyorum. Zira, yazın, sıcaklık 35 dereceye kadar çıkabilir. Ama o da en fazla iki hafta sürer. Doğudaki çöllerden, dağ geçitlerini kullanarak, batıdaki okyanusa doğru esen aşırı kuru Santa Ana rüzgarları sayesinde, hiç nem yoktur. 35 derece bile bunaltmaz. Ben sıcağa tahammül edemeyen bir insanım. Ben bile San Diego’da zorlanmadan yaşayabildim. Ocak 2020’de, New York’ta, şort ve t-shirt’le terlemeden uyuyabilmek için ısıtmayı kapatıp, pencere açmak zorunda kalmış ben yaşayabildiysem, bence herkes yaşayabilir.
San Andreas Fayı yakında olduğu için, Downtown ve University Town Center dışında, yüksek ve betonarme yapılaşma yoktur. Birkaç otel ve hastane binası dışında, apartmanlar bile, ahşaptan ve yatay mimariye uygun olarak, en fazla iki katlı olacak şekilde inşa edilmiştir. Bu tip yapılaşma, olası depremlerde can kaybı sayısını düşük tutmaya yardımcı olsa da, özellikle küresel ısınmanın artıp yaygınlaşması sonucu, sıklığı ve şiddeti sürekli artan orman yangınlarında, ciddi bir risk oluşturmaktadır. Ben, San Diego’da bulunduğum toplam 3 sene, 2 ay, 15 gün süresince, yalnızca bir orman yangını gördüm. Şimdi ise, civarda, her sene en az bir defa yangın çıkıyor.
San Diego, üniversiteler şehridir. 15’e yakın üniversite, 10’a yakın kolej, 5 civarı hukuk okulu bulunur. Yukarıda yazmıştım; tekrar edeyim: Nüfusun %45’i, en az lisans mezunudur. Ucuz devlet üniversitesi, pahalı özel üniversite, hayat kurtaracak iyi üniversite, askerlik erteletecek dandik üniversite; hepsinden yeterli miktarda mevcuttur. Google size en güncelini söyleyeceği için, üniversite listeleme işine hiç girmiyorum.
San Diego, aynı zamanda donanma şehridir. Pasifik Filosu’nun Hawaii’den sonraki en büyük ikinci üssü San Diego’dur. Downtown’dan National City’ye kadar komple donanma üssüdür. Uçak gemileri, kruvazörler, destroyerler, fırkateynler, Littoral Combat Ship’ler, Amphibious Assault Ship’ler; Allah ne verdiyse yanaşır. Coronado Island, hem donanma üssünün devamıdır, hem de deniz havacılığı üssüdür (Naval Air Station). Point Loma, denizaltı ve denizaltı savunma harbi üssüdür. Camp Pendleton, batı kıyısının en büyük deniz piyadesi üssüdür. Miramar, deniz piyadelerinin hava üssüdür (Marine Air Station).
Top Gun filmi, Miramar deniz piyadesi hava üssünde çekilmiştir. Traffic filmi, Downtown’da çekilmiştir. Açıkçası, aklıma, San Diego’da geçen, bunlar kadar gişe yapmış başkaca bir film gelmiyor.
San Diego ekonomisi turizm ve teknolojiye dayanır. Teorik olarak, tarımın da güçlü olması beklenir ama, ben kendi namıma, öyle ekili – dikili alan hiç görmedim. Belki iyice doğuda vardır. Benim kendi gözlerimle gördüğüm en yakın ekili – dikili alan, gözün alabildiğince üzüm bağlarıyla dolu olan, 2-3 saat kuzeydeki Temecula Valley idi. Turizmde, tema parkları önemli bir cazibe merkezi teşkil eder. San Diego Zoo, San Diego Zoo Safari Park (benim zamanımdaki adıyla, San Diego Wild Animal Park), Sea World, Birch Aquarium (bu, Sea World gibi popüler değil de, daha çok bilimsel), Legoland, San Diego’dadır. Los Angeles çevresindeki Disneyland’e, Universal Studios’a, Six Flags Magic Mountain’a, Knott’s Berry Farm’a yeterince yakındır. Bir araba kiralayıp, 2-3 saatte gidebilirsiniz. Hiçbiri Los Angeles’taki Venice Beach kadar ünlü olmasa da, San Diego da bir plajlar şehridir. Tamamı ücretsiz (bizdeki gibi değil), Imperial Beach, Coronado Beach, Ocean Beach, Mission Beach, Pacific Beach, La Jolla Beach doğa harikalarıdır (Plajlar kuzeye doğru devam eder ama, isimlerini yukarıdakiler kadar sık duymazsınız). Little Italy, San Diego’nun İtalyan mahallesidir. İtalyan restoranları, pastaneleri, vs bulunur. Downtown’da, özellikle de Gaslamp Quarter’da, restoranlar ve gece kulüpleri; Old Town’da, filmlerde gördüğümüz gibi bir kovboy kasabası; Carlsbad’de, outlet’ler bulunur. Teknoloji namına, biyoteknoloji, bilişim altyapı teknolojileri (özellikle, yarı-iletkenler ve fiber-optik sistemler), mobil iletişim altyapı teknolojileri (özellikle, bizdeki GSM şebekesinin Amerika’daki muadili CDMA), tüketici elektroniği, enerji sistemleri, havacılık ve savunma alanları gelişmiştir. Illumina, Novartis, Cymer, Peregrine Systems, Qualcomm, Nokia, Sony, Hitachi, Sharp, Kyocera, ESET, Teradata, bir Caterpillar şirketi olan Solar Turbines, Lockheed Martin, General Atomics, San Diego’da bulunmaktadır. Finansal teknolojilerle ilgilenen forumdaşlar, Intuit; eli mekanik işlere yatkın forumdaşlar, WD-40 markalarını da tanırlar.
University of California San Diego Connect ve San Diego State University Lavin Entrepreneurship Center çevresinde, bir girişimcilik ekosistemi mevcuttur; ancak, Palo Alto, San Jose ve San Francisco’daki kadar civcivli değildir. 2000’lerin başında, Sorrento Valley’i, Silicon Valley’in güneydeki devamı olarak konumlandırmaya çalışmış olsalar da, başarılı olamadılar. Yine de, teknoloji şirketleri, Carlsbad, Sorrento Valley / University Town Center ve Downtown civarında kümelendi. La Jolla civarında da yoğun biyoteknoloji aktivitesi var. Palo Alto, San Jose, San Francisco, Austin, Boston, New York dururken, girişimci olmak için San Diego’ya gidilmez; ama San Diego’ya gidilmişken de girişimci olunabilir. Üniversite de var. Çeşitli finansman destekleri de var. Melek yatırımcı da var. Fırsat bolluğu yok, ama yeterince fırsat var.
Bolluk demişken, San Diego’da, ürün anlamında, aradığınız hemen her şeyi bulabileceğinizi, ama New York’ta durumun pek öyle olmadığını belirtmeliyim. Ben San Diego’da kesintisiz yaşadığım 3 sene, 2 ay, 10 gün boyunca, (taharet musluğu dışında) hiçbir şeyin yokluğunu yaşamadım. Ama Aralık 2019’da New York’a indiğimde, yanımda getiremediğim malzemeyi tedarik etmek için, 1. Cadde ile 65. Sokak’ın kesiştiği köşede bulunan Gristedes isimli süpermarkete gittim. Böyle, bizdeki MMM Migros büyüklüğünde bir yer. Gristedes, New York halkının ihtiyaçları arasında olduklarını düşünmemiş olacak ki, ürün karmasına deodorant ve Red Bull ekleme gereği duymamış. Bir deodorant bulabilmek için, Upper East Side’dan West Harlem’a kadar gitmek zorunda kaldım. Red Bull’u hiç bulamadım. Kabul, belki benim beceriksizliğimdir. 5 gün sonra, 5 günlük ziyaret için indiğim San Diego’da ise, Ralphs’e giriyorum, oradan çıkıp Vons’a giriyorum, oradan çıkıp Target’a giriyorum; raflar, hatta koca bir reyon dolusu, (Türkiye’den aşina olduğumuz adidas, Gilette, Nivea, Dove gibi birçoğu dahil) marka marka, model model deodorant... Bırakın süpermarketi, San Diego’da spor mağazasına giriyorum; kasanın yanında Red Bull dolabı! Özetle, New York’u o kadar da gözünüzde büyütmeyin!
San Diego konusuna devam etmeden önce, New York’tan iki “yokluk” hikayesi daha paylaşayım...
Yukarıda yazmıştım. Ben irice bir adamım. Her şeyin 3XL’ını giyiyorum. Ayakkabının, Amerikan ölçüsüyle, 14 numarasını giyiyorum. Türkiye’de benim bedenimde giyim eşyası bulmak, 90’larda çok zordu. Spor ayakkabı ve diğer spor malzemelerini, yalnızca, Kadıköy’de, profesyonel spor kulüplerinin de spor malzemelerini tedarik eden Rekor Spor’da bulabiliyordum. Ayağıma göre bot bulabilmek için ise, Cevizlibağ’daki Yeşil Kundura’ya kadar gitmek zorunda kalıyordum. Orada da, ayağıma göre, yalnızca Caterpillar’ın tek bir modelini bulabiliyordum. Takımı, gömleği, zaten ezelden beri mecburen ölçüye özel diktiririm. 2000’lerin ortalarında, Avrupa Birliği ile aramızda esen sanal bahar rüzgarlarıyla, ekonomi bir düzelir gibi oldu. Markalar Türkiye pazarına kendileri girdi. Piyasada mal bolluğu oluştu. Mal yokluğundan para kazanan Rekor Spor battı. Her marka ve modelin değil ama, yeterince marka ve modelin 3XL’ını, 14 numarasını bulmak mümkün hale geldi. adidas’ta, Nike’de, üzerimize göre ürün bulabildik de, giyinebildik. 2010’larla beraber, her şey eski haline dönüp, ekonomi yine krize girince, mal bolluğu ortadan kalktı. Allah bozmasın, Under Armour hariç, yine hiçbir yerde aradığımızı bulamaz olduk. 90’lara benzer bir yokluk içinde, New York’a indiğimde, üzerimde, aradığım bedeni bulamadığım için almak zorunda kaldığım, önü kapanmayan, 2XL adidas bir anorak vardı. New York kışı, İstanbul kışından daha sert. İstanbul’da (İngiltere’de yüksek lisans yapan kuzene ve doktora yapan arkadaşına getirttiğim) t-shirt üzeri anorak giyiyorum. Bütün kış, önümü kapamak zorunda kalmadan geçiyor. New York’ta ise, ön kapanmadan olmuyormuş. Kısa sürede anladım Bütün Manhattan’ı karış karış gezdim. adidas’a, Nike’ye, Oakley’e, T.J. Maxx’e, gördüğüm her giyim mağazasına girdim; 3XL anorağı zar zor ve yalnızca The North Face’te bulabildim. Orada da yalnızca bir tane vardı. Benden sonra gelip, “DÜNYANIN BAŞKENTİ!!!” New York’ta istediği bedeni bulabileceğini zanneden hazırlıksız turist, muhtemelen donmuştur. Ruhuna Fatiha... 3XL anorağı bulmadan önce, bari t-shirt’le 2XL anorağın arasına bir kat daha giyeyim diye, 3XL kapüşonlu sweat-shirt aradım. Yok! Bari birkaç kat t-shirt giyeyim diye, 3XL t-shirt aradım. Yok! Türkiye’de artık hiç bot bulamıyorum. Ayağımda koşu ayakkabısıyla (onun için de, Under Armour sağ olsun) gitmiştim. Yağmurda o da olmadı. 14 numara bot aradım. Yok! Yok! Yok! T-shirt işini, San Diego dönüşü, Amazon’dan sipariş vererek çözdüm. Bot için de, en son REI’a gittim. İnternet mağazalarında satışta olduğunu gördüğüm, Salomon’ın bir modelinin 14 numarasını istedim. Kızcağız bir pusula yazdı. Kasaya gidip, siparişimi vermemi, 1 hafta sonra gelip almamı söyledi. Kasa yolunda internetten kontrol ettim. Pusulada yazan model, benim istediğim model değil. Elinde ne varsa, bana onu itelemeye çalışmış. Böyle şeyler Türkiye’de sürekli başıma gelir ama, Amerika’da ilk defa şahit oldum. Sinirlendim. Sipariş vermeden çıktım. 5 gün sonra San Diego’ya indim. Okulumun hediyelik eşya mağazasına gittim. Yetişkinler için 3XS, 2XS, XS, S, M, L, XL, 2XL, 3XL, beni New York’ta misafir eden arkadaşın 1,5 yaşındaki kızına göre türlü bebek bedenleri, 3,5 yaşındaki oğluna göre türlü çocuk bedenleri, arkadaşın abisinin 10 ve 13 yaşındaki oğullarına göre türlü garson bedenler, t-shirt, kapüşonlu, kapüşonsuz sweat-shirt; ne ararsan var! Ne lazımsa aldım! Under Armour’a gittim. İki 3XL kapüşonlu sweat-shirt de oradan aldım. TL ile oldukları için, kredi kartlarının limitleri doldu. Bot alamadım. San Diego dönüşü New York’u, yağışlı günlerde dışarı çıkmayarak idare ettim. Özetle, New York’u o kadar da gözünüzde büyütmeyin!
New York’ta beni misafir eden Türk (artık Amerikan vatandaşı) arkadaş, yılbaşında birkaç günü, Amerikalı eşinin Queens’deki ailesiyle geçireceklerini, Upper East Side’daki 1+1’lerinde tek başıma canımın sıkılmaması için, beni 3 günlüğüne, Downtown’daki bir otele yerleştireceklerini söyledi. “Tamam” dedim. Beni 16.30’da otele bıraktı. 18.15’te, karnımı doyurmak için otelden çıktım. Dunkin’ Donuts, Subway dahil, önünden geçtiğim her restoran kapalıydı. Tesadüfen, iki blok aşağıdaki, tadilat halindeki bir binanın altındaki Hint restoranını bulamamış olsam, 1 Ocak 2020’de, “ASLA UYUMAYAN ŞEHİR!!!”in göbeğinde, resmen aç kalacaktım ( Otelin aşırı pahalı oda servisiyle, Hint kökenli başka bir abinin işlettiği tobacco shop’tan alacağım birkaç cips ve krakeri birer seçenek olarak yazmadıysam, kusuruma bakmayın lütfen )! Hint abi de, 21.30’da kapatacakmış. Onu da ucundan yakalamışım. Son iki not: 1. Hayatımda yediğim en kötü Hint yemeği değil; hayatımda yediğim açık ara en kötü yemekti. 2. San Diego’da, günlerden ne olursa olsun, mutlaka açık bir yer bulur; karnınızı mutlaka doyurursunuz. Özetle, New York’u o kadar da gözünüzde büyütmeyin!
New York’un, bir konuda hakkını teslim etmek durumundayım: Türk yemeklerine ulaşılabilirlik ve o yemeklerin çeşitliliği konusunda, Amerika’nın benim gördüğüm hiçbir yeri, New York’un eline su dökemez. Upper East Side’da Türk restoranı gördüm. Upper West Side’da Türk restoranı gördüm. Lenox Hill’de, Lincoln Square’de, Midtown East’te, Midtown Manhattan’da, Hell’s Kitchen’da, Murray Hill’de, Chelsea’de, Gramercy Park’ta, Greenwich Village’da, East Village’da, SOHO’da, Downtown Manhattan’da Türk restoranı gördüm. ABA, Agora, Akdeniz, A la Turka, Ali Baba, Anka, Antalia, Barbounia, Bodrum, Enfes, Farah, Galata, Istanbul, Leyla, Lezzet, Memo, Meyhane, Pasha, Pera, Pierre Loti, Seven Hills, Sip Sak, Sophra, Sumela, Zeytin isimlerini hatırlıyorum. Hangisi, neredeydi, hatırlamıyorum. Hiçbirinde yemedim. Bir, Broadway’de, o zaman tadilat halinde olup, yakın zamanda açılmaya hazırlanan bir SaltBae hatırlıyorum. Virüsten sonra belki açılmıştır; belki ertelenmiştir. Bir de, Türk arkadaşın Amerikalı eşi, beni bir akşam Dyker Heights’taki ailelerin, evlerini Noel için nasıl süslediğini görmeye götürdü (meşhurmuş). Onun dönüşünde, Brooklyn’deki Taci’s Beyti’de yemek yedik. “Taci Abi”, lahmacun gibi lahmacun, İskender gibi İskender, karışık ızgara gibi karışık ızgara yapmıştı. Onu hatırlıyorum. San Diego’daki Türkler, Türk yemekleri konusunda o kadar şanslı değil. 2000’lerin başında, Pacific Beach’te, (o zaman 20, şu an 35 sene önce, çekilişten green card kazanarak New York’a gelmiş; sonra oralarda birilerinin ayaklarına bastığı için San Diego’ya kadar kaçmak zorunda kalmış) Engin Abi’nin Central Park isimli pizza dükkanı vardı. Pizza fırınında, vasatın altında pideler ve ekşi yoğurtla berbat bir hazır mantı yapar, özlemimizi giderirdi. Escondido’da, Türk bir ailenin işlettiği Bird House isimli restoran vardı. Vasatın altında ev yemekleri (zeytinyağlılar, kuru fasulye, pilav, vs) yapar, özlemimizi giderirdi. Bunlar dışında, Downtown’da, onların Yunan yemeği olduğunu iddia ettikleri yemekler yapan, İsrailli bir piyanist – şantör abinin Arapça, İbranice, Türkçe, Yunanca şarkılar söylediği, Arap bir dansöz ablanın oynadığı bir Yunan tavernası; Los Angeles’ın güneyinde, Ermeni bir abinin işlettiği, vasatın üstünde kebaplar yapan bir Ortadoğu restoranı vardı. Aralık 2019’da gittiğimde, San Diego’da Amerikalı bir arkadaşın yanında kalıp, şoförlüğümü de kendisine yaptırdığım için, yukarıda bahsettiğim Türk restoranlarının hiçbirine gidip, yerlerinde duruyorlar mı diye bakamadım. Ama başka bir Amerikalı arkadaşla Downtown’da buluşmaya gittiğimde, 4. Cadde’de, Sultan Baklava isminde yeni bir Türk restoranı açıldığını gördüm. Hemen içeri daldım. Abi Diyarbakırlı’ymış. “15 sene önce yoktun” dedim. “5 senedir buradayım” dedi. “İşler nasıl?” dedim. “Her gün daha iyiye gidiyor” dedi. “Oh, oh; Allah arttırsın” dedim. Amerikalı arkadaşı oraya davet ettim. Kendisi açmış; kebap yedi. Amerikalı olduğu için, ucundan tadamadım. Ben toktum; baklava yiyip, çay içtim. Baklava gibi baklava, çay gibi çaydı. Edindiğim izlenime göre, kebabın da kebap gibi olduğunu tahmin eder, San Diego’ya gidecek arkadaşlara gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
San Diego ve ekonomisine geri dönersek, bağcılık, şarapçılık tecrübesi olanlar, tarımda; pazarlama, turizm – otelcilik eğitimi ve tecrübesi ile, ileri derecede hizmet sektörü tecrübesi olanlar, turizmde; iyi bir mühendislik eğitimi ile, yeterince mühendislik tecrübesi olanlar, teknolojide kalifiye iş bulabilirler. Özellikle pandemi münasebetiyle, sağlık çalışanlarının da, geçtiğimiz yıllara oranla, daha kolay iş bulabileceklerini düşünüyorum. San Diego genelinde, çok sayıda hastane, University of California San Diego özelinde, çok iyi bir üniversite hastanesi, onun ekosisteminde birçok araştırma enstitüsü ve Point Loma’da bir donanma sağlık merkezi mevcut. Asker olmayı göze alanlar için, yukarıda, San Diego’nun donanma şehri olduğunu özellikle belirtmiştim. Bunlar dışında, maç ve konserlerde güvenlik görevliliği, Downtown’da pedicab, Uber ve Lyft’te ulaşım, Amazon Flex’te dağıtım elemanlığı gibi, part-time ek iş imkanları da mevcut.
İşe, eğlenceye gidip gelmek; genel anlamda “yaşamak” için, araba gerekli. 2000’lerin başında, toplu taşıma Metropolitan Transit System’ın otobüsleriyle sağlanıyordu. Ana hatlarda, saat başı gidip gelen otobüsler mevcut olsa da, istediğiniz zaman, istediğiniz yere gitmek için yeterli değildi. 2010’ların başında, yine Metropolitan Transit System tarafından bir tramvay ağı kuruldu. Kapsama alanı daha geniş, hareket saatleri daha sık olsa da, “yaşamak” için hala yeterli değil. New York’taki gibi bir “ağ” beklemeyin. Ben 2000’lerde kendime $3,000’a 10 yaşında bir Japon arabası alarak tüm ihtiyaçlarımı karşılayabilmiştim. Kendine $800’a 15 yaşında bir Japon arabası alan arkadaşım, arabasıyla sorunlar yaşamış, çokça tamir parası ödemişti. $10,000’a ikinci el Pontiac Trans-Am alan arkadaş da çok çekti. $17,500’a sıfır Toyota alan arkadaş çok rahat etti. Ama 20 yaşındaki adam, o kadar da parası varken, neden gidip kendine station wagon Toyota Corolla alır; hiçbirimiz anlayamadık Özetle, her ihtiyaca, her bütçeye göre araba var. Yetersiz toplu taşımada kendine eziyet etmeye gerek yok.
Ben San Diego’da yaşarken, asgari ücret, saatte $6.75 idi. Part-time güvenlik görevlisi olarak, saatte $7.00 kazanıyordum. Yüksek lisans yapmakta olduğum üniversitede, part-time lisansüstü asistanı olarak saatte $10.10, part-time araştırma asistanı olarak saatte $13.70 kazanıyordum. Costco’da full-time POP pazarlama elemanı olarak saatte $75.00, Qualcomm’da full-time stajyer olarak saatte $80.00 kazanmışlığım da var. Vons isimli süpermarket zincirinde part-time kasiyerler, saatte $15.00 kazanıyordu (ve az buldukları için grev yapıyordu). İstanbul’da gittiğim özel liseden tanıdığım 3 yaş büyük “abi”m, yine San Diego’da, vasıfsız (yani öyle elektrikçi, tesisatçı falan değil) full-time inşaat işçisi olarak, saatte $33.00 kazanıyordu. Amerikalı kız arkadaşımın full-time oto tamircisi babası, saatte $40.00 kazanıyordu. Amerika’da full-time çalışma haftası 40 saat. Yaklaşık aylık maaşınızı, verdiğim saatlik ücret x 40 saat x 4 hafta formülüyle hesaplayabilirsiniz. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği lisans + San Diego State University İşletme Yönetimi yüksek lisans mezunu arkadaşım, 2003 yılında, bir Caterpillar şirketi olan Solar Turbines’de, senede $60,000.00 ile işe başladı. O sırada, San Diego State University MBA mezunlarının ortalama işe giriş maaşı, senede $56,000.00 idi. Aynı dönemde, Harvard, Yale, MIT, Stanford MBA mezunlarının ortalama işe giriş maaşı, senede $250,000.00 idi. İşteki birinci senesinin sonunda, kendisine bir Audi TT; ikinci senesinin sonunda, peşinatı Türkiye’de pilot olan babasından gelmek üzere, kendisine fena olmayan bir mahallede, iki katlı, kapalı garajlı, müstakil bir ev aldı. Ekstra bir not olarak, yukarıda bahsettiğim Amerikalı kız arkadaşımın profesyonel beyzbol oyuncusu olan kardeşinin, senede $5,050,000.00 kazandığını da kayıtlara geçirmek isterim
San Diego’da asgari ücret, şu an $12.00. Yukarıda bahsettiğim meslek gruplarının bugünkü yaklaşık maaşlarını, basit bir oran – orantı hesabıyla bulabilirsiniz.
New York’ta asgari ücret, şu an $15.00. Deloitte isimli global şirkette kıdemli müdür olarak çalışan arkadaşım senede $500,000.00, Goldman Sachs’te kıdemli müdür olarak çalışan eşi senede $500,000.00, dış ticaret merkezi New York’ta bulunan bir Türk şirketinde genel müdür olarak çalışan abisi senede $500,000.00 kazanıyor. Bu arkadaşların evlerinde ev işleri ve çocuk bakıcılığı yapan vasıfsız Türk abla, saatte $22.50 kazanıyor.
Giderlere gelirsek...
Ocak 2001 – Nisan 2004 arası, San Diego'nun okyanusa ve şehir merkezine uzak, SDCCU Stadium (benim zamanımdaki adıyla, Qualcomm Stadium), Mission Valley Mall, San Diego State University ve Grossmont College'a yakın kesiminde, 300 metrekare toplam alan üzerine oturtulmuş 150 metrekarelik, tek katlı, kapalı garajlı, 3+1, müstakil bir ev $150,000 - $200,000 aralığında satın alınabiliyordu. Aralık 2019’da yanında kaldığım Amerikalı arkadaşım, içinde oturduğu, okyanusa ve şehir merkezine yakın, genişçe 1+1 condo’sunu (kabaca, kiralanan apartman dairesine “apartment”, satılan apartman dairesine “condo” diyorlar) $190,000’a aldığını söyledi. Bugün, New York şehir merkezinde, Roosevelt’in doğduğu eve (bkz. Google) benzeyen, bitişik nizam, 2-3 katlı müstakil evler, 30-40 milyona gidiyor. Jennifer Lopez, Hudson Yards’daki condo’sunu 17 milyona almış (Big Bus’taki turist rehberi abimiz sağ olsun).
Ocak 2001 – Nisan 2004 arası, San Diego'nun okyanusa ve şehir merkezine uzak, SDCCU Stadium (benim zamanımdaki adıyla, Qualcomm Stadium), Mission Valley Mall, San Diego State University ve Grossmont College'a yakın kesiminde bir 1+1'in, su faturası dahil aylık kirası $800 idi. Bir aylık kirayı depozito olarak alıyorlardı. Benim orada yaşadığım süre boyunca, hiç zam gelmedi. Aralık 2019'da gittiğimde, aynı dairenin aylık kirası, yine su faturası dahil $1,450 Dolar olmuştu. Şu an, aynı dairenin, New York şehir merkezindeki aylık kirası $3,900. Forumdaşlardan birinin, başka bir başlık altında söylediğine göre, aynı daire, Huntsville, AL’da, $500’a bulunabiliyormuş.
2001 – 2003 arası, benim gittiğim devlet üniversitesinin yıllık ücreti $9,600 idi. San Diego’nun en iyi özel üniversitesinin yıllık ücreti $20,000 - $25,000 civarındaydı. Şu an devlet üniversitesinin yıllık ücreti $19,600. Özel üniversite ise, yıllık $57,200’dan gidiyor (Karşılaştırılabilen büyüklükler olsun diye, MBA ücretlerini yazdım. Ücretler, öğretim seviyesi ve bölüme göre büyük farklılıklar gösteriyor). New York’ta ise, Columbia, NYU ve Pace’in MBA ücretleri, bugün itibariyle yılda $80,000.
2001 – 2004 arası San Diego’da $4-5’a yediğim burrito, bugün $7-8. New York’ta burrito yemedim ama, $10’dan aşağı bulabileceğinizi sanmam. 2001 – 2004 arası San Diego’da $7-8’a olduğum saç tıraşı, bugün $12. Aynı saç tıraşı, bugün New York’ta $30.
Aklıma gelenleri, gücüm yettiği, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Sürçülisan etmiş isem, affola. İhmal ettiğimi düşündüğünüz, merak ettiğiniz, cevap bulamadığınız başka San Diego sorusu olursa, yazın lütfen. Bildiğim bir konu ise, mutlaka cevap vermeye çalışırım.
Allah’ın herkese gönlüne göre vermesi dileğiyle, saygılar...
-
RE: OPT, Community College hakkında soru
@kaanvercetti Ana dilin İngilizce olmadığı için, sağlıkla ilişkilendirilebilecek alanlar arasında en bahtsızı bu herhalde. Yine de, ne kadar çalıştığın, ne kadar tırmaladığınla doğru orantılı olarak, olmaz diye bir şey yok.
Doktora yapıyorsan, direkt akademisyen ol; kendini kurtar zaten. Olmadı, bir dergide / bir web sitesinde full-time editörlük yaparsın. Olmadı, yüksek lisans / doktora öğrencilerine (tezleri konusunda) part-time proof-reading yaparsın. Olmadı, bir TESOL sertifikası patlatır, yabancılara İngilizce öğretirsin. Dil okulunda benim dilbilim mezunu, TESOL sertifikalı Tunuslu hocam da oldu; Amerikalı olup, Karşılaştırmalı Edebiyat doktorası yapmış, ama alanında iş bulamamış hocam da oldu (Sonradan buldu. Akademisyen oldu. Dil okulundaki öğretmenliği de, öğretme tecrübesi olarak işine yaradı).
Yüksek lisansla OPT elde edilebilir. Lakin, sınırlı zamanda, alanında deneyim kazanmaya, iş bulmaya yetmeyebilir. Bence yüksek lisansa, doktoraya devam etme niyetini baştan belirterek başla. O şekilde, burs bulma ihtimalin de artar (Üniversiteler, akademisyen olarak yetiştirdikleri öğrenciyi daha ciddiye alıyorlar). Doktoraya devam ederken de, alanında iş bakmaya daha çok zamanın olur.
Madem bölümünün çok farklı dalları var (Biz o kadar detay bilemeyiz), onlar arasında yükselmekte olanı bul. O alandaki bütün makaleleri oku. Yüksek lisans / doktora / burs mülakatında, danışmanını hırsın, öngörün ve donanımınla etkile.
Bir de kardeşim, çok çok çok çalış. Öyle bir alanda kapılar başkasına açılmasın; sana açılsın istiyorsan, bütün rakiplerinden daha iyi olmak zorundasın.
Allah yolunu açık etsin...
-
RE: OPT, Community College hakkında soru
Estağfurullah. Aynen öyle diyorum. Biz hamdolsun kendimizi geliştirmeyi becerdik. Ama Amerika'da tutunmayı bir türlü beceremedik. 14. defa lotoya dönüyoruz İtiraf etmek icap eder ki, bu işler biraz da baht işi. Sizin yolunuz açık olur inşallah.
2-3 seneye sağ kalacağımı da, forum üyesi olacağımı da garanti edemem. Ama Allah ömür verir, hala buralarda olursak, başım gözüm üstüne...
-
RE: OPT, Community College hakkında soru
-
Hayalleriniz çok büyük. İnşallah ulaşırsınız. Ama bence, o hayallere, grafik, tasarım gibi başarının subjektif, rekabetin yoğun ve çetin olduğu alanlarda değil; ancak yazılım, sağlık bilimleri gibi her daim kalifiye eleman açığının olduğu alanlarda ve çok çalışarak ulaşabilirsiniz. Sayısal alanlar oldu ama, bu devirde ekmek orada. Adamlar en çok neye ihtiyaçları varsa, green card'ları ağırlıklı olarak o alanlarda çalışanlara veriyorlar. Hatta, işlerin pratikte tam olarak böyle yürüdüğünü iddia etmek güç ama, teoride, bir işverenin size green card çıkarabilmesi için, devlete sizin işinizi yapan bir vatandaş bulamadığını ispatlaması gerekiyor.
-
Aklınızdaki "inek" tanımı nedir bilmiyorum ama, community college'dan üniversiteye geçmek, lisansa devam edebilmek için, ön lisansta ortalamanın (genelde 2.0 / 4.0) üstünde başarılı olmak gerekiyor. Üniversite college'dan daha pahalı. Haliyle, onun parasını vermek gerekiyor. Ama önce community college'dan başlayıp, sonra üniversiteye transfer olmak, college üniversiteye göre daha ucuz olduğu için, öğrencinin üzerindeki mali yükü hafifletir. Community college'lar da, üniversitelerin üzerindeki öğrenci yükünü hafifletir. O yüzden, üniversiteler, bazı community college'larla ortak programlar yaparlar. Yol haritanızı baştan çizer, hedeflediğiniz üniversiteyle ortak programı olan bir community college'a giderseniz, @DunyalilardanT 'nin bahsettiği fark derslerini almaktan muaf olabilirsiniz. Çünkü zaten alacağınız dersleri en başından ona göre planlıyorlar. Özetle, college'ı rastgele seçmeyin. Üniversiteyle aynı anda araştırın. Üniversitenin transfer şartlarını, college'ın o üniversiteye hazırlık olarak hangi programı ve dersleri önerdiğini iyi öğrenin.
-
Anladığım kadarıyla, OPT bizim zamanımızdan beri epey değişmiş. Zira, bizim zamanımızda (2001 - 2004), okul bitince otomatik olarak bir yıl OPT hakkı kazanıyor, o bir yıl boyunca, istediğin işte çalışabiliyordun. Kendi alanında iş bulursan, tadından yenmiyordu. İşinde iyiysen, o OPT zaman içinde H-1'a, o H-1 zaman içinde green card'a dönüşüyordu. Ama o iş de kolay bulunmuyordu. Zira, sponsor bulmak çok zor. Genelde hepimiz, o bir yılı, dandik işlerde çalışıp, iyi bir iş arayarak geçirdik. Sınıfta 6 Türk'tük. Yalnızca birimiz kalabildi. Beşimiz geri döndük.
O yüzden, green card hayalinde ısrarcıysak, green card'lı bir yabancı ya da bir vatandaşla evlilik seçeneklerini de es geçmeyelim.
- Sertifika, hele ki işsizliğin yüksek olduğu bir konjonktürde, ön lisans ya da lisans diplomasının yerine asla geçmez. Olsa olsa, biri üniversite mezunu, diğeri üniversite mezunu + tamamlayıcı bir alanda sertifikalı iki aday arasından, daha kalifiye olanın seçilmesine yarar. Özetle, kendisi tek başına bir değer değildir, ama var olan bir değere değer katar.
Örneğin, inşaat mühendisliği bitirirsin. Üstüne bir şantiye yönetimi sertifikası patlatırsın. Müteahhit firma, sertifika hariç seninle aynı vasıflara sahip rakibini eler; seni işe alır. Bilgisayar Bilimi bitirirsin. Üstüne bir proje yönetimi sertifikası patlatırsın. Bilişim şirketi, sertifika hariç seninle aynı vasıflara sahip rakibini eler; seni işe alır. Hukuk bitirir, baro sınavına girerek, avukatlık ruhsatını alırsın. Üstüne bir de arabuluculuk sertifikası patlatır, ücretini arttırır, hem avukatlıktan, hem arabuluculuktan ekmek yersin. Tıp bitirir, onkoloji uzmanı olursun. Üstüne bir de robotik cerrahi sertifikası patlatır, yalnızca oturduğun yerden kemoterapi ilacı reçete etmek yerine, karaciğerden tümörü de sen kazırsın. Senede 300.000 Dolar yerine, 500.000 Dolar kazanırsın. Sertifika dediğimiz şey bu. Ama tek başına sertifikaya bel bağlanmaz. Sertifika, tek başına, bir meslek sahibi olduğunu belgelemez. Yalnızca, sahip olduğun meslekte, kendini geliştirmeye çalıştığını, işi daha ileriye götürmeye çalıştığını gösterir. Bu sebepten, sınırlı kaynağı işe yarayacağı meçhul sertifikaya gömmek yerine, meslek sahibi yapacak üniversite eğitimine yatırmakta fayda var.
-
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@tfnsylmz Her kelimesine katılıyorum. Türkiye'de SEAL eğitimi aldığını söylemesi, Amerika'da SEAL olması için değil; Navy'ye başvuran adaylar arasından sıyrılarak, işe onların önünde yerleşmesi için bir rekabet üstünlüğü. Şimdi yaşım geçti ama, geçmemiş olsaydı; benim gibi bir "walrus"ı alıp, 16 haftalık temel eğitimle, müteakip görev başı eğitimlerle ondan bir "squid" yontmaya çalışmak yerine, arkadaş gibi bir "seal"ı alıp, onu "squid" olarak kullanmaları çok daha verimli ve maliyet etkin. Ben de onu vurgulamaya çalışmıştım.
Arkadaş şiddetten uzak kalmak istemese, onun için en ideali marine (yine vasıflı asker olur, ama SEAL kadar ince eleyip sık dokumazlar) olmak ama, madem hayatında şiddet istemiyor, Navy'de koyarlar bir Arleigh Burke'e; geçirirler bir 25 mm Bushmaster'ın başına; 4 senelik sözleşmesi boyunca, tatbikatlar hariç, bir kere ateşlerse, gelsin, Alaska'da dükkan hazır
Amerikalılar, kendilerinde olmayan bilgi ve becerilere sahip olanlara çok saygı gösteriyorlar. Zaten bir tek, kendilerinde olmayan bilgi ve becerilere sahip olanlara saygı gösteriyorlar. Öyle ki, kırık / aksanlı İngilizce konuşsalar bile, kendilerinde olmayan bilgi ve becerilere sahip olanları anlamak zorunda hissediyorlar ve onlar söz konusu olduğunda, bir şekilde anlıyorlar. Malatyalı arkadaşımın Malatyalı halası, Malatya aksanıyla İngilizce konuşuyordu. Ama bizim okulun Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı olduğu için, bütün Amerikalılar, onun söylediklerinin her kelimesini anlıyordu. Ben Amerikan aksanıyla konuşuyordum. Benim söylediklerimin yarısını anlamıyorlardı
Arkadaş o konuda da şanslı. YouTube'da, vs, Shayetet 13 emeklisi, İngilizce'ye dili dönmeyen ne İsrailli spec ops'çılar var, Amerika'da ne itibarlar görüp, ne paralar kazanan...
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@tfnsylmz 2003 Ağustos'unda, San Diego'da, okulun kariyer fuarında, Army standına gittim. Çavuşa "Vatandaş değilim. Permanent resident değilim. Ama Irak'a giderim. Adam lazım mı?" diye sordum. O zaman Irak'ta bir sene sağ kalana vatandaşlık veriyorlardı. Kartını bulabilirsem, çavuşun ismini de paylaşırım. "Alien number'ın var mı?" diye sordu. "Var" dedim. "Kaç pound'sun?" diye sordu. "350" dedim. "80 pound ver, gel" dedi. OPT'min kalan 10 ayında 80 pound veremeyeceğimi düşündüğüm için, gitmedim (Sonra, 2012'de, Fransız Yabancılar Lejyonu'nun fitness testine hazırlanırken gördüm ki, meğer 80 pound'u, 8 ayda verebiliyormuşum. Yazık olmuş. Merak edenler için, önce annem, sonra halam öldü. Babam hayatta tek başına kaldı. Onu bırakıp, Fransa'ya da gidemedim).
Arkadaşın kelime seçimine dikkat ediyorum. Gerek bu başlık, gerek soruyu ilk kez sorduğu diğer başlıktaki iletilerinde ısrarla "SAT komandosu eğitimi almış" yazıyor ("Türkiye'de SAT komandosu olan", "Türkiye'de SAT komandoluğu yapmış" yazmıyor). Bunların bana düşündürdüğü her şey spekülasyona gireceği için, düşünce sürecimi paylaşmayayım ama, ben samimi olarak, diğer arkadaşın istihdam edilebileceğine inanıyorum.
Kendileri yetiştirmediği için, kesinlikle SEAL yapmayacaklarından eminim. Ama alien number sahibi olmak ve 270 pound'un altında olmak şartlarını sağlayacağı için, Navy'de iş bulabileceğinden, hatta deniz tecrübesi olduğu için, gemide görevlendirileceğinden de %95 eminim.
Ha, almazlarsa gelsin; beraber Alaska'da silah dükkanı açalım. O bilgisini, tecrübesini getirsin; madem müşteri ilişkilerini çok seviyor, müşteriyle o muhatap olsun. Ben işin B2B kısmını halledeyim; bana ceza olarak sermayeyi de ben koyayım
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@enestalha Ömrümde ilk ve son defa, Amerika'da müşteriyle doğrudan muhatap olmamı gerektiren işlerde çalıştım. İnsanlardan nefret ettim. 2007'den beri, her gün evim dışında bir yere gitmemi gerektiren işlerde çalışamıyorum. Beni bekleyen hazır bir destek sisteminin bulunduğu New York'tan giriş yaptıktan sonra, Alaska'ya yerleşmeyi düşünüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@enestalha Sırtında kürkü, elinde süs köpeğiyle arabasına binen mor saçlı teyze "Seni çağıralı yarım saat oldu. Neredesin sen?" dediğinde, kapıyı sararmış iç çamaşırıyla açan kel, göbekli abi "Pizzamı 31 dakikada getirdin. Para mara yok" dediğinde, parmak arası terlikli, 18 yaşında üniversite bebesi "Getirdiğin 30 yumurtadan biri çatlak çıktı. Bahşiş mahşiş yok" dediğinde, Fransız turist "Ben İtalya'da cappuccino içtim. Bu bildiğin bulaşık suyu. Çabuk bunu al, geri götür" dediğinde, kan görmek yetmiş mi, yetmemiş mi; göreceğim ben onu
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@enestalha Tamam canım. Muhatabı kimse, ben ona çemkiriyorum Sen alınma üstüne. Ama ona da söyle, akıllı olsun Millet Amerika'da tutunabilmek için yırtınıyor. Seninkinin cebinde birinci sınıfa bilet var. Yok, onu yapmam; bunu istemem
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@enestalha Valla ben senin adına heyecanlandım; biraz da kıskandım; sen pırlanta yüzüğü çöpe atmaya çalışıyorsun Astsubay okulunda uzmanlaştığın, sivilde de işine yarayacak bir mesleki eğitimin (acil tıp teknisyenliği, gemi makineleri bakım / onarım teknisyenliği, sualtı kaynak teknisyenliği, basınçlı oda operatörlüğü, radar operatörlüğü, vs) varsa, kesinlikle onun sivil versiyonu (yer / hava ambulansında acil tıp teknisyenliği, sivil gemide bakım / onarım teknisyenliği, boru hattı inşaatlarında sualtı kaynak teknisyenliği, hastanede basınçlı oda operatörlüğü, hava trafik kontrolörlüğü, vs). Amerika'da iyi yaşayacaksan, illa kalifiye işte çalışacaksın. Donanmada bir sözleşme dönemi geçirmek, yukarıda saydığım mesleklerin lisansını alma zorunluluğunu da ortadan kaldırabilir / kolaylaştırabilir. Zira, yukarıdakilerin tamamı, sertifikasyon gerektiren meslekler. Astsubay okulu diplomanın, orada denkliği olmayabilir. Ama o da yok ya da onu da istemiyorum dersen, Türkiye'deki eğitimi beş para etmeyen biz ölümlülerle beraber, Uber'den, Lyft'ten, Amazon Flex'ten başlayabilirsin (Gidebilirsem) Ben sanırım, silahsız güvenlik görevliliği (California Guard Card'ım, FBI'da kaydım var) ya da paketleme elemanlığından, ya da gittiğim yere göre (muhtemelen New York), her ikisinden birden başlayacağım. Ama naçizane, benim tavsiyem, bir birikimin varsa, onu kesinlikle kullanmalısın. Amerika zor bir yer. Onu kolaylaştırabilen tek şey de, geçmişinde, Amerika'da işine yarayabilecek bilgi ve beceriler biriktirmiş olmak.
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@enestalha Bir SEAL'ın yetiştirilmesinin Amerikan devletine maliyeti 500.000 Dolar; onu görevde tutmanın Amerikan devletine maliyeti senede 1 milyon Dolar. Güvenlik konusunda sorun çıkarmazlarsa, sen, Amerikan devletinin gözünde, 3 üniversite bitirmiş benden daha kalifiyesin. Senin birikimine sahip, üstüne bir de Amerikan Deniz Kuvvetleri'nde görev yapacak bir veteranın, sözleşmesinin sonunda, şeriflik, polislik gibi law enforcement işi bulması da daha kolay olacaktır. Onu da söylemeden geçmeyeyim. USMS, DEA, DSS, FBI, CIA gibi federal işler konusunda, naturalized citizen olacağın için, çok emin değilim. Security clerance'ta sorun çıkabilir. Onu iyi araştırmak lazım. Bir başlıkta bu konunun da tartışıldığını görmüştüm. Oradan başlayabilirsin.
-
RE: DV2022 Bekleme Odası
@quikless 2021 lotosunda, vize sayısından (2018'e oranla) çok çok daha fazla insan seçildi. 55.000 vizeyi 132.000 kişi almaya çalışacak. 2018'in "sıkıntı"lı bulduğunuz kazanan sayısı, 2021'den daha düşüktü. Ona rağmen, vizesini alan son talihli 25.000 civarındaydı. Üstelik, Trump Başgan'ın executive order'ı yüzünden, mülakat süreci de normalden (şimdilik) en az 3 ay daha kısa sürecek (Çünkü 1 Ekim 2020 yerine, 1 Ocak 2021'de başlayacak ve yine 30 Eylül 2021'de bitecek). Trump Başgan yeniden seçilecek mi; executive order'ı uzatacak mı; mahkeme kararıyla yürütmesi durdurulan "public charge" gibi, vizeyi almayı zorlaştıracak abuk subuk yeni kurallar getirecek mi; hiçbirimiz bilemediğimiz için, hepimiz 2022'de şansımızı tekrar deniyoruz. Trump Başgan seçilmez; Biden başkan olursa, göçmenlik işleri illaki ferahlayacak, ama bu sefer de Türkiye'ye ambargolar, yaptırımlar gelecek; Dolar 20 Lira olacak. Demokrat Pelosi, şimdiden, Türkiye'nin adını, ambargodan, yaptırımdan kırılan Kuzey Kore'yle, İran'la birlikte anmaya başladı. Bu belirsizlik döneminde, başımızı sokacak bir delik bulabilirsek (2022 lotosunu, makul bir dosya numarasıyla kazanabilirsek), canımızı, malımızı kurtarmanın derdindeyiz.
-
RE: Amerika İlk İşim Konusunda Yardımcı Olabilecekler!
@cafer-mokar Elektrik Mühendisi olduğunuzu ve tercihen alanınızda çalışmak istediğinizi söylediğiniz için çağrışım yaptı. Raleigh, NC'daki ABB'de, birkaç orta ve üst düzey Türk yönetici var. Trafo, switchgear ve / veya şebeke tecrübeniz, bilginiz ve / veya ilginiz varsa, jobs.abb.com 'dan Raleigh, NC'daki iş ilanlarına bakabilir, LinkedIn'den bu Türk yöneticileri bulup, onlara kendinizi tanıtarak, yardımlarını isteyebilirsiniz. İsim verirsem, muhtemelen bana kızarlar. Ama LinkedIn'de, "Raleigh North Carolina", "Technology Center Manager Hitachi ABB Power Grids", "Internal Consultant Group Manager ABB Americas" anahtar kelimeleriyle arama yaparsanız, bence rahatlıkla bulabilirsiniz. Birini bulursanız, onun bağlantılarından diğerine kolaylıkla ulaşabilirsiniz. ABB'de iş bakmış; kendilerini, kendi çabanızla bulmuş gibi yaparsanız, yardım alma şansınız artar. Beni hiç karıştırmayın
-
RE: SAT Komandosu Eğitimi almış birisi GC'a başvurabilir mi?
@enestalha Başvuru koşulları arasında öyle bir şey yok. Lakin, (inşallah) kazandıktan sonra dolduracağın DS-260 formunda, "Askerlik yaptın mı?", "Silah eğitimi aldın mı?", "Patlayıcı eğitimi aldın mı?" gibi sorular var. Hepsine "Evet" cevabı vereceğin için, mülakatta, görevlinin sana detay sorma ihtimali yüksek olacaktır diye düşünüyorum. "Meslek olarak askerdim. Şu sebepten ayrıldım", "Çatışmaya katıldım / katılmadım", vs gibi cevaplarını şimdiden hazırlamaya başla derim. İzleyeceği yolu bilemem. Ama olur da, vizeyi cebine koyarsan, Amerika'daki işin de hazır. Gideceksin bir Naval Recruitment Office'e. "Türkiye'de (bir NATO ülkesi) Naval Petty Officer School bitirdim. SEAL Training aldım" diyeceksin. Arleigh Burke'lerle dünyayı dolaşacaksın. Sözleşmen bitip, pasaportunu cebine koyunca (askerlik yapmak, pasaport sürecini de hızlandırır), Blackwater ve muadillerinde her türlü yurt dışı kontrat işi bulursun; yurt içinde her türlü silahlı güvenlik işi yaparsın; atış eğitimi verirsin; poligon, silah dükkanı, vs açarsın; elinden geliyorsa gunsmith'lik yaparsın. Amerika'da en geçerli ve asla ölmeyecek meslekler... İyi yaparsan, iyi de para kazanırsın. Mis... Yerinde olmak isterdim doğrusu...
-
RE: DV2022 Bekleme Odası
@Arthur-Morgan 14 kere, ilk harf büyük, gerisi küçük. Ama 13.de, 38.000. sıradan ve şimdi tekrar başvurdum. İyi düşün
-
RE: DV2022 Bekleme Odası
2016'dan beri kılına dokunmadığım 40 santim sakal var. 13. denememde, Trump Başgan döneminde, bir virüsün dünyada 1 milyon kişiyi öldürdüğü sene, 38.000. sıradan kazandım. Totem olarak işe yarayacağını garanti edemem. Ama turist vizesine aynı sakalla başvurduğum, vize mülakatına aynı sakalla girdiğim, vizeme aynı sakallı fotoğrafı bastırdığım, Amerika'ya aynı sakalla girdiğim ve hiçbir sorun yaşamadığım (hatta sakalın lafı bile edilmediği) için, sakalın negatif hiçbir etkisi olmadığını garanti ederim. Sakallara özgürlük!
-
RE: DV2022 Bekleme Odası
Ben göbekli bir kardeşinizim. Tampa, FL doğumlu, Amerikan vatandaşlığından, vergi oranlarını çok yüksek bulduğu için kendi isteğiyle çıkmış (ve sonradan, vergi oranlarını “uygun” bulduğu için, Çekya’dan oturma izni almış), kendisi de göbekli bir arkadaşım, “Florida’ya gitme. Florida, Los Angeles gibidir. Göbekliler mutlu olamaz” tavsiyesinde bulunmuştu. Florida’da “huzur” aramak için, bu da bir kriter olabilir. Bizdeki gibi göbek varsa, bunu da göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim
Geçen yılbaşında New York, NY’tayken, beni misafir eden arkadaşlara yeni yıl hediyesi bakıyordum. Üzerinde “TOO DUMB FOR NY; TOO UGLY FOR LA” yazan bir tişörte denk geldim. Çok hoşuma gitti. Tam olarak benim durumumu özetlediği ve yukarıdaki anekdodu abideleştirdiği için, forumdaşlarla da paylaşmak isterim. Yerleşilecek yerin seçiminde, mutlu olmak da bir hedefse, bu da bir kriter olabilir
New York, NY’ta yaşayan, karı – koca ayrı ayrı, senede yarım milyon Dolar kazanan arkadaşlarım bile, Hawaii’nin ne kadar pahalı olduğundan şikayet ediyorlardı. Balayına gitmişler; o kadar “tatlı” hatıraya rağmen, acısını unutamamışlar
New York, NY’a turistik amaçlarla gittim. Hiç de sevmedim. Soranlara, “İstanbul’da nefret ettiğimiz her şeyi al. Binle çarp. New York o” diye özetliyorum. Ama gidebilirsem, yanında aylarca beleşe kalabileceğim arkadaşım New York’ta. İş isteyebileceğim birkaç arkadaşımdan biri ve muhtemelen de o işi bana verebilecek tek arkadaşım New York’ta. Daha önceki paylaşımlarımda, Amerika’da bir destek sisteminin öneminden bahsetmiştim. Benim New York’ta kurulu bir destek sistemim var. Muhtemelen, en yoğun Türk nüfusunun yaşadığı yerlerden oldukları için, New York ve Los Angeles yazan arkadaşların, buraları tercih etmelerinin sebebi, onların da oralarda kurulu destek sistemlerinin bulunmasından kaynaklanıyor olabilir. Yoksa, benim hayalim de Los Angeles (Yirmili yaşlarımda çok istemiştim. İçimde kaldı). Ama orta ve uzun vadeli hayatım için Anchorage, Juneau ya da Seward, AK üzerinde duruyorum (Pek insan sevmiyorum da). Eyalet, günümüzde Türkler arasında çok popüler olduğu için, düşük bir ihtimal, Galveston ya da Corpus Christi, TX da olabilir (Ama suya kıyısı olmazsa, olmaz). Ama ilk gidişte, hiç sevmesem, istemesem de, mecburen New York, NY...
@sincapiton
Yemeği uçakta veriyorlar. İstersen, ekstra ücret karşılığında sandviç, kek, vs de satın alabiliyorsun. Alkol hariç, içecekler beleş. New York – İstanbul arasında iki ayda bir mutlaka uçan New York’lu arkadaşım, uyumak için ilaç alıyor. Ben yolculuk ve gözlem yapmayı seven bir insan olduğum için, uyumamayı tercih ediyorum. İlk paragrafta söylediğim gibi, göbekli bir kardeşinizim. Boy da var. Ben de rahat uçabilmek için, business uçmak da ikinci el araba fiyatı olduğu için, iki ekonomi alıyorum. Hem çift yemek yiyorum, hem de ekstra bagaja para vermiyorum. Hayattayken, kedimi de yanıma alıyordum. Tabii ona ilaç veriyordum. Ömründe bir kere ve tek yön gideceksen, bir kere için gözden çıkarılabilecek bir para bence. Türkiye’de bekleyenin kalacaksa ve sürekli gidip geleceksen, iş değişir. Ben tek tabanca olmanın rahatlığıyla yazıyorum...