Navigation

    • Register
    • Login
    • Search
    • Categories
    • Recent
    • Popular
    • Users
    • Groups
    • Calendar
    • Facebook
    • YouTube
    1. Home
    2. kingocali
    • Profile
    • Following
    • Followers
    • Topics
    • Posts
    • Best
    • Groups

    kingocali

    @kingocali

    ⭐

    639
    Reputation
    197
    Posts
    127
    Profile views
    9
    Followers
    0
    Following
    Joined Last Online
    Location İstanbul

    kingocali Follow
    ⭐

    Best posts made by kingocali

    • RE: San Diego

      San Diego hakkında ilk ağızdan bilgi beklenmiş; gelmemiş. Müsaadenizle, ben yardımcı olmaya çalışayım.

      Ocak 2001 – Nisan 2004 arası kesintisiz San Diego'da yaşadım. Vereceğim ilk bilgiler bayat olacak. Aralık 2019'da yaşadığım yerleri tekrar dolaştım; yaptığım şeyleri tekrar yaptım. Bütün bilgilerimi güncelledim. Takip eden bilgiler taze olacak. İkisini birden paylaşmamın sebebi, demografideki, maliyetlerdeki, vs değişimleri gözlemleyebilmeniz; trendlerin ne tarafa ve ne hızla gittiğini kendi gözlerinizle görebilmeniz olacak.

      Aralık 2019 – Ocak 2020 arası New York’taydım. 2021 çekilişini kazandığımdan beri, forumu da yakından takip ediyorum. Edindiğim izlenimlerle, San Diego’yu, gördüğüm ya da duyduğum diğer Amerikan şehirleriyle de karşılaştıracağım. Karşılaştırmamın sebebi, San Diego ucuz mu, pahalı mı, yaşanacak yer mi; kendi kararınızı, kendi şart ve imkanlarınıza göre, kendiniz vermeniz olacak.

      Baştan söylemeliyim ki, para birimlerini yazarken, Amerikan notasyonu kullandım. Amerikalılar, bölükleri virgülle, ondalık sayıları noktayla ayırıyorlar (bizim nokta kullandığımız yerde virgül, virgül kullandığımız yerde nokta kullanıyorlar). Biz bölükleri noktayla, ondalık sayıları virgülle ayırıyoruz (kafa karışıklığı olursa, nokta gördüğünüz yere virgül, virgül gördüğünüz yere nokta koyarak çözebilirsiniz).

      Genelde, vasıfsız / mavi yakalı işler saatlik (wage), vasıflı / beyaz yakalı işler senelik (salary) ücretleriyle anılıyor. “Bunun saatlik ücretini yazdın da; bunun neden senelik ücretini yazdın?” diye merak ederseniz, sebebi budur. Tüm ücretler brüttür. Vergiyi, sene sonunda, kendi beyan ettiğiniz toplam yıllık geliriniz üzerinden ödüyorsunuz. Oranlar eyalete göre değişiyor.

      Önce pek değişmeyen ya da yavaş değişen bilgilerle başlayayım: San Diego, yaklaşık 1,5 milyon nüfusla, California’nın 2., Amerika’nın 8. büyük şehri. Nüfusun %60’ı beyaz. %30’u, çoğunlukla Meksika asıllı Hispanik. Bir çoğu İngilizce bilmiyor. O yüzden her yerde, her şeyin hem İngilizce’si, hem İspanyolca’sı yazıyor. 2050’de, California genelinde, Hispanik nüfusun %45 ile çoğunluk olması bekleniyor. Ama 2050’den sonra da, yine her yerde, her şeyin hem İspanyolca’sı, hem İngilizce’si olacağından emin olabilirsiniz; lakin muhtemelen, İspanyolca’sı öne yazılır 🙂 Asyalılar da azımsanmayacak sayıda. Çeşitlilik çok olduğu için, ırkçılık problemine ben hiç rast gelmedim (Aralık 2019 – Ocak 2020 New York’unda ise, yerel televizyonda, neredeyse her gün, bir anti-Semitik saldırı haberi vardı – ki, seyyar yiyecek tezgahlarını işleten Arap nüfus, şehrin göbeğinde, bağırta bağırta kendi müziğini dinliyordu; kimse de onlara bir şey demiyordu). Nüfusun %45’i, en az lisans mezunu. İnsanı, genelde medeni. Irkçı gibi algılanmak pahasına, kendi kişisel gözlemlerime dayanarak, sinemada konuşan, çevrede gürültü yapan, bir şeyleri kırıp döken, trafikte diğer araçları tehlikeye atan hareketler yapan kişilerin, genelde eğitim seviyesi düşük siyah ya da Hispanikler’den olduğunu söylemeliyim. Beyazlar, Asyalılar ve az sayıdaki Ortadoğulular’dan böyle davranışlar hiç görmedim.

      San Diego, genelde güvenli bir şehir. Amerika’nın genelinde olduğu gibi, hiçbir evin kapısında, penceresinde demir parmaklıklar yok (New York’ta da yok ama, her binanın girişinde en az bir kahya / kapıcı / güvenlik görevlisi duruyor). Benim San Diego’da ilk ağızdan duyduğum tek adli vaka, Hispanik bir abinin, bıçak göstererek, gecenin bir vakti (ki, genelde oralar her saatte aydınlık ve kalabalık olur) yurttan 7-Eleven’a sigara almaya giden bir Türk kızının cüzdanını çalmasıydı. Tabii, gazetede, televizyonda daha fazlasını gördük. İnsanın olduğu her yerde, suç da oluyor ne yazık ki. Polisin, hayati tehlike içeren olaylara ortalama müdahale süresi, 2000’lerin başında, 10 dakikanın altındaydı. Şimdi, 16 dakikaya çıkmış diye şikayetler var. 2000’lerin başında, polis, boyuna uzun, enine geniş, ağırlık merkezi yere yakın Ford Crown Victoria sedan kullanıyordu. Aralık 2019’daki ziyaretimde, polisin, Ford’un Next Generation Police Interceptor konseptli (ağırlık merkezi yüksekte, direksiyon hakimiyeti zor) SUV’lerine geçtiğini gördüm. Sürenin uzamasını buna bağlıyorum. Tamam, San Diego’nun doğusundaki çöllerde kaçak Meksikalı kovalamak için işe yarayabilir ama, SUV’lerin ara sokaklarda modifiye Japon arabası kovalamaya uygun olduğunu düşünmüyorum (2000’lerin başında, New York’ta da polis, boyuna orta boy, enine geniş, ağırlık merkezi yere yakın Chevrolet Impala sedan kullanıyordu. Şimdi onlar da SUV’ye geçmiş. Ama onlar kimi kovalıyor; bilemiyorum. Gerçi New York’ta hala polis arabası çeşitliliği daha fazla). Ambulans ve itfaiye, polisten biraz daha yavaş gelir ama, onların da acil vakalara gelmesi 10-15 dakikayı geçmez. Zaten polislerin hepsi ilk yardım eğitimi almıştır. Ambulans / İtfaiye gelene kadar durumu idare ederler.

      San Diego’nun mottosu “America’s finest city”. Katılmak durumundayım. Benim gördüğüm en güzel şehir. İstanbullu olmama rağmen, benim gözümde Antalya ikinci, İstanbul üçüncü.

      San Diego, aynı zamanda, Amerika’nın iklimi de en güzel şehri. Florida’yla benzer iklime sahip olmasına rağmen, Florida’yı senede birkaç defa kasırga vurur. San Diego’da tayfun, kasırga, vs olmaz. Ortalama sıcaklık 25 derece Santigrat civarındadır. Kışın en fazla iki haftalığına 15 dereceye düşer; en kötü, yağmur yağar. Yağarsa, o iki haftada yağar. San Diego’da geçirdiğim toplam 3 sene, 2 ay, 15 gün boyunca, giydiğim en kalın giysi, kapüşonlu sweat-shirt olmuştur. Hadi ben irice bir adamım. Ufak tefek hanımefendiler, yanlarında bir de yağmurluk bulundursalar, sırtları yere gelmez. Aralık 2019’da gittiğimde, t-shirt’ten başka bir şey giymeye ihtiyaç duymadım. Fikir vermesi açısından, Aralık 2016’da Adana’ya gittiğimde de t-shirt’le dolaşmıştım. Adanalılar o sırada, anorak, bere ve eldivenle dolaşıyordu. Sebebini sorduğumda, “Hele gel, yazın 45 derecede buralarda dolaş. Bizim bünyemiz ona alışkın” cevabını verdiler. Hak verdim. San Diego’da da zaman zaman anorak, bereyle (eldiven hiç görmedim) dolaşan ablalar görebilirsiniz. Sebebini “Adana etkisi”ne bağlıyorum. Zira, yazın, sıcaklık 35 dereceye kadar çıkabilir. Ama o da en fazla iki hafta sürer. Doğudaki çöllerden, dağ geçitlerini kullanarak, batıdaki okyanusa doğru esen aşırı kuru Santa Ana rüzgarları sayesinde, hiç nem yoktur. 35 derece bile bunaltmaz. Ben sıcağa tahammül edemeyen bir insanım. Ben bile San Diego’da zorlanmadan yaşayabildim. Ocak 2020’de, New York’ta, şort ve t-shirt’le terlemeden uyuyabilmek için ısıtmayı kapatıp, pencere açmak zorunda kalmış ben yaşayabildiysem, bence herkes yaşayabilir.

      San Andreas Fayı yakında olduğu için, Downtown ve University Town Center dışında, yüksek ve betonarme yapılaşma yoktur. Birkaç otel ve hastane binası dışında, apartmanlar bile, ahşaptan ve yatay mimariye uygun olarak, en fazla iki katlı olacak şekilde inşa edilmiştir. Bu tip yapılaşma, olası depremlerde can kaybı sayısını düşük tutmaya yardımcı olsa da, özellikle küresel ısınmanın artıp yaygınlaşması sonucu, sıklığı ve şiddeti sürekli artan orman yangınlarında, ciddi bir risk oluşturmaktadır. Ben, San Diego’da bulunduğum toplam 3 sene, 2 ay, 15 gün süresince, yalnızca bir orman yangını gördüm. Şimdi ise, civarda, her sene en az bir defa yangın çıkıyor.

      San Diego, üniversiteler şehridir. 15’e yakın üniversite, 10’a yakın kolej, 5 civarı hukuk okulu bulunur. Yukarıda yazmıştım; tekrar edeyim: Nüfusun %45’i, en az lisans mezunudur. Ucuz devlet üniversitesi, pahalı özel üniversite, hayat kurtaracak iyi üniversite, askerlik erteletecek dandik üniversite; hepsinden yeterli miktarda mevcuttur. Google size en güncelini söyleyeceği için, üniversite listeleme işine hiç girmiyorum.

      San Diego, aynı zamanda donanma şehridir. Pasifik Filosu’nun Hawaii’den sonraki en büyük ikinci üssü San Diego’dur. Downtown’dan National City’ye kadar komple donanma üssüdür. Uçak gemileri, kruvazörler, destroyerler, fırkateynler, Littoral Combat Ship’ler, Amphibious Assault Ship’ler; Allah ne verdiyse yanaşır. Coronado Island, hem donanma üssünün devamıdır, hem de deniz havacılığı üssüdür (Naval Air Station). Point Loma, denizaltı ve denizaltı savunma harbi üssüdür. Camp Pendleton, batı kıyısının en büyük deniz piyadesi üssüdür. Miramar, deniz piyadelerinin hava üssüdür (Marine Air Station).

      Top Gun filmi, Miramar deniz piyadesi hava üssünde çekilmiştir. Traffic filmi, Downtown’da çekilmiştir. Açıkçası, aklıma, San Diego’da geçen, bunlar kadar gişe yapmış başkaca bir film gelmiyor.

      San Diego ekonomisi turizm ve teknolojiye dayanır. Teorik olarak, tarımın da güçlü olması beklenir ama, ben kendi namıma, öyle ekili – dikili alan hiç görmedim. Belki iyice doğuda vardır. Benim kendi gözlerimle gördüğüm en yakın ekili – dikili alan, gözün alabildiğince üzüm bağlarıyla dolu olan, 2-3 saat kuzeydeki Temecula Valley idi. Turizmde, tema parkları önemli bir cazibe merkezi teşkil eder. San Diego Zoo, San Diego Zoo Safari Park (benim zamanımdaki adıyla, San Diego Wild Animal Park), Sea World, Birch Aquarium (bu, Sea World gibi popüler değil de, daha çok bilimsel), Legoland, San Diego’dadır. Los Angeles çevresindeki Disneyland’e, Universal Studios’a, Six Flags Magic Mountain’a, Knott’s Berry Farm’a yeterince yakındır. Bir araba kiralayıp, 2-3 saatte gidebilirsiniz. Hiçbiri Los Angeles’taki Venice Beach kadar ünlü olmasa da, San Diego da bir plajlar şehridir. Tamamı ücretsiz (bizdeki gibi değil), Imperial Beach, Coronado Beach, Ocean Beach, Mission Beach, Pacific Beach, La Jolla Beach doğa harikalarıdır (Plajlar kuzeye doğru devam eder ama, isimlerini yukarıdakiler kadar sık duymazsınız). Little Italy, San Diego’nun İtalyan mahallesidir. İtalyan restoranları, pastaneleri, vs bulunur. Downtown’da, özellikle de Gaslamp Quarter’da, restoranlar ve gece kulüpleri; Old Town’da, filmlerde gördüğümüz gibi bir kovboy kasabası; Carlsbad’de, outlet’ler bulunur. Teknoloji namına, biyoteknoloji, bilişim altyapı teknolojileri (özellikle, yarı-iletkenler ve fiber-optik sistemler), mobil iletişim altyapı teknolojileri (özellikle, bizdeki GSM şebekesinin Amerika’daki muadili CDMA), tüketici elektroniği, enerji sistemleri, havacılık ve savunma alanları gelişmiştir. Illumina, Novartis, Cymer, Peregrine Systems, Qualcomm, Nokia, Sony, Hitachi, Sharp, Kyocera, ESET, Teradata, bir Caterpillar şirketi olan Solar Turbines, Lockheed Martin, General Atomics, San Diego’da bulunmaktadır. Finansal teknolojilerle ilgilenen forumdaşlar, Intuit; eli mekanik işlere yatkın forumdaşlar, WD-40 markalarını da tanırlar.

      University of California San Diego Connect ve San Diego State University Lavin Entrepreneurship Center çevresinde, bir girişimcilik ekosistemi mevcuttur; ancak, Palo Alto, San Jose ve San Francisco’daki kadar civcivli değildir. 2000’lerin başında, Sorrento Valley’i, Silicon Valley’in güneydeki devamı olarak konumlandırmaya çalışmış olsalar da, başarılı olamadılar. Yine de, teknoloji şirketleri, Carlsbad, Sorrento Valley / University Town Center ve Downtown civarında kümelendi. La Jolla civarında da yoğun biyoteknoloji aktivitesi var. Palo Alto, San Jose, San Francisco, Austin, Boston, New York dururken, girişimci olmak için San Diego’ya gidilmez; ama San Diego’ya gidilmişken de girişimci olunabilir. Üniversite de var. Çeşitli finansman destekleri de var. Melek yatırımcı da var. Fırsat bolluğu yok, ama yeterince fırsat var.

      Bolluk demişken, San Diego’da, ürün anlamında, aradığınız hemen her şeyi bulabileceğinizi, ama New York’ta durumun pek öyle olmadığını belirtmeliyim. Ben San Diego’da kesintisiz yaşadığım 3 sene, 2 ay, 10 gün boyunca, (taharet musluğu dışında) hiçbir şeyin yokluğunu yaşamadım. Ama Aralık 2019’da New York’a indiğimde, yanımda getiremediğim malzemeyi tedarik etmek için, 1. Cadde ile 65. Sokak’ın kesiştiği köşede bulunan Gristedes isimli süpermarkete gittim. Böyle, bizdeki MMM Migros büyüklüğünde bir yer. Gristedes, New York halkının ihtiyaçları arasında olduklarını düşünmemiş olacak ki, ürün karmasına deodorant ve Red Bull ekleme gereği duymamış. Bir deodorant bulabilmek için, Upper East Side’dan West Harlem’a kadar gitmek zorunda kaldım. Red Bull’u hiç bulamadım. Kabul, belki benim beceriksizliğimdir. 5 gün sonra, 5 günlük ziyaret için indiğim San Diego’da ise, Ralphs’e giriyorum, oradan çıkıp Vons’a giriyorum, oradan çıkıp Target’a giriyorum; raflar, hatta koca bir reyon dolusu, (Türkiye’den aşina olduğumuz adidas, Gilette, Nivea, Dove gibi birçoğu dahil) marka marka, model model deodorant... Bırakın süpermarketi, San Diego’da spor mağazasına giriyorum; kasanın yanında Red Bull dolabı! Özetle, New York’u o kadar da gözünüzde büyütmeyin!

      San Diego konusuna devam etmeden önce, New York’tan iki “yokluk” hikayesi daha paylaşayım...

      Yukarıda yazmıştım. Ben irice bir adamım. Her şeyin 3XL’ını giyiyorum. Ayakkabının, Amerikan ölçüsüyle, 14 numarasını giyiyorum. Türkiye’de benim bedenimde giyim eşyası bulmak, 90’larda çok zordu. Spor ayakkabı ve diğer spor malzemelerini, yalnızca, Kadıköy’de, profesyonel spor kulüplerinin de spor malzemelerini tedarik eden Rekor Spor’da bulabiliyordum. Ayağıma göre bot bulabilmek için ise, Cevizlibağ’daki Yeşil Kundura’ya kadar gitmek zorunda kalıyordum. Orada da, ayağıma göre, yalnızca Caterpillar’ın tek bir modelini bulabiliyordum. Takımı, gömleği, zaten ezelden beri mecburen ölçüye özel diktiririm. 2000’lerin ortalarında, Avrupa Birliği ile aramızda esen sanal bahar rüzgarlarıyla, ekonomi bir düzelir gibi oldu. Markalar Türkiye pazarına kendileri girdi. Piyasada mal bolluğu oluştu. Mal yokluğundan para kazanan Rekor Spor battı. Her marka ve modelin değil ama, yeterince marka ve modelin 3XL’ını, 14 numarasını bulmak mümkün hale geldi. adidas’ta, Nike’de, üzerimize göre ürün bulabildik de, giyinebildik. 2010’larla beraber, her şey eski haline dönüp, ekonomi yine krize girince, mal bolluğu ortadan kalktı. Allah bozmasın, Under Armour hariç, yine hiçbir yerde aradığımızı bulamaz olduk. 90’lara benzer bir yokluk içinde, New York’a indiğimde, üzerimde, aradığım bedeni bulamadığım için almak zorunda kaldığım, önü kapanmayan, 2XL adidas bir anorak vardı. New York kışı, İstanbul kışından daha sert. İstanbul’da (İngiltere’de yüksek lisans yapan kuzene ve doktora yapan arkadaşına getirttiğim) t-shirt üzeri anorak giyiyorum. Bütün kış, önümü kapamak zorunda kalmadan geçiyor. New York’ta ise, ön kapanmadan olmuyormuş. Kısa sürede anladım 🙂 Bütün Manhattan’ı karış karış gezdim. adidas’a, Nike’ye, Oakley’e, T.J. Maxx’e, gördüğüm her giyim mağazasına girdim; 3XL anorağı zar zor ve yalnızca The North Face’te bulabildim. Orada da yalnızca bir tane vardı. Benden sonra gelip, “DÜNYANIN BAŞKENTİ!!!” New York’ta istediği bedeni bulabileceğini zanneden hazırlıksız turist, muhtemelen donmuştur. Ruhuna Fatiha... 3XL anorağı bulmadan önce, bari t-shirt’le 2XL anorağın arasına bir kat daha giyeyim diye, 3XL kapüşonlu sweat-shirt aradım. Yok! Bari birkaç kat t-shirt giyeyim diye, 3XL t-shirt aradım. Yok! Türkiye’de artık hiç bot bulamıyorum. Ayağımda koşu ayakkabısıyla (onun için de, Under Armour sağ olsun) gitmiştim. Yağmurda o da olmadı. 14 numara bot aradım. Yok! Yok! Yok! T-shirt işini, San Diego dönüşü, Amazon’dan sipariş vererek çözdüm. Bot için de, en son REI’a gittim. İnternet mağazalarında satışta olduğunu gördüğüm, Salomon’ın bir modelinin 14 numarasını istedim. Kızcağız bir pusula yazdı. Kasaya gidip, siparişimi vermemi, 1 hafta sonra gelip almamı söyledi. Kasa yolunda internetten kontrol ettim. Pusulada yazan model, benim istediğim model değil. Elinde ne varsa, bana onu itelemeye çalışmış. Böyle şeyler Türkiye’de sürekli başıma gelir ama, Amerika’da ilk defa şahit oldum. Sinirlendim. Sipariş vermeden çıktım. 5 gün sonra San Diego’ya indim. Okulumun hediyelik eşya mağazasına gittim. Yetişkinler için 3XS, 2XS, XS, S, M, L, XL, 2XL, 3XL, beni New York’ta misafir eden arkadaşın 1,5 yaşındaki kızına göre türlü bebek bedenleri, 3,5 yaşındaki oğluna göre türlü çocuk bedenleri, arkadaşın abisinin 10 ve 13 yaşındaki oğullarına göre türlü garson bedenler, t-shirt, kapüşonlu, kapüşonsuz sweat-shirt; ne ararsan var! Ne lazımsa aldım! Under Armour’a gittim. İki 3XL kapüşonlu sweat-shirt de oradan aldım. TL ile oldukları için, kredi kartlarının limitleri doldu. Bot alamadım. San Diego dönüşü New York’u, yağışlı günlerde dışarı çıkmayarak idare ettim. Özetle, New York’u o kadar da gözünüzde büyütmeyin!

      New York’ta beni misafir eden Türk (artık Amerikan vatandaşı) arkadaş, yılbaşında birkaç günü, Amerikalı eşinin Queens’deki ailesiyle geçireceklerini, Upper East Side’daki 1+1’lerinde tek başıma canımın sıkılmaması için, beni 3 günlüğüne, Downtown’daki bir otele yerleştireceklerini söyledi. “Tamam” dedim. Beni 16.30’da otele bıraktı. 18.15’te, karnımı doyurmak için otelden çıktım. Dunkin’ Donuts, Subway dahil, önünden geçtiğim her restoran kapalıydı. Tesadüfen, iki blok aşağıdaki, tadilat halindeki bir binanın altındaki Hint restoranını bulamamış olsam, 1 Ocak 2020’de, “ASLA UYUMAYAN ŞEHİR!!!”in göbeğinde, resmen aç kalacaktım ( Otelin aşırı pahalı oda servisiyle, Hint kökenli başka bir abinin işlettiği tobacco shop’tan alacağım birkaç cips ve krakeri birer seçenek olarak yazmadıysam, kusuruma bakmayın lütfen 🙂 )! Hint abi de, 21.30’da kapatacakmış. Onu da ucundan yakalamışım. Son iki not: 1. Hayatımda yediğim en kötü Hint yemeği değil; hayatımda yediğim açık ara en kötü yemekti. 2. San Diego’da, günlerden ne olursa olsun, mutlaka açık bir yer bulur; karnınızı mutlaka doyurursunuz. Özetle, New York’u o kadar da gözünüzde büyütmeyin!

      New York’un, bir konuda hakkını teslim etmek durumundayım: Türk yemeklerine ulaşılabilirlik ve o yemeklerin çeşitliliği konusunda, Amerika’nın benim gördüğüm hiçbir yeri, New York’un eline su dökemez. Upper East Side’da Türk restoranı gördüm. Upper West Side’da Türk restoranı gördüm. Lenox Hill’de, Lincoln Square’de, Midtown East’te, Midtown Manhattan’da, Hell’s Kitchen’da, Murray Hill’de, Chelsea’de, Gramercy Park’ta, Greenwich Village’da, East Village’da, SOHO’da, Downtown Manhattan’da Türk restoranı gördüm. ABA, Agora, Akdeniz, A la Turka, Ali Baba, Anka, Antalia, Barbounia, Bodrum, Enfes, Farah, Galata, Istanbul, Leyla, Lezzet, Memo, Meyhane, Pasha, Pera, Pierre Loti, Seven Hills, Sip Sak, Sophra, Sumela, Zeytin isimlerini hatırlıyorum. Hangisi, neredeydi, hatırlamıyorum. Hiçbirinde yemedim. Bir, Broadway’de, o zaman tadilat halinde olup, yakın zamanda açılmaya hazırlanan bir SaltBae hatırlıyorum. Virüsten sonra belki açılmıştır; belki ertelenmiştir. Bir de, Türk arkadaşın Amerikalı eşi, beni bir akşam Dyker Heights’taki ailelerin, evlerini Noel için nasıl süslediğini görmeye götürdü (meşhurmuş). Onun dönüşünde, Brooklyn’deki Taci’s Beyti’de yemek yedik. “Taci Abi”, lahmacun gibi lahmacun, İskender gibi İskender, karışık ızgara gibi karışık ızgara yapmıştı. Onu hatırlıyorum. San Diego’daki Türkler, Türk yemekleri konusunda o kadar şanslı değil. 2000’lerin başında, Pacific Beach’te, (o zaman 20, şu an 35 sene önce, çekilişten green card kazanarak New York’a gelmiş; sonra oralarda birilerinin ayaklarına bastığı için San Diego’ya kadar kaçmak zorunda kalmış) Engin Abi’nin Central Park isimli pizza dükkanı vardı. Pizza fırınında, vasatın altında pideler ve ekşi yoğurtla berbat bir hazır mantı yapar, özlemimizi giderirdi. Escondido’da, Türk bir ailenin işlettiği Bird House isimli restoran vardı. Vasatın altında ev yemekleri (zeytinyağlılar, kuru fasulye, pilav, vs) yapar, özlemimizi giderirdi. Bunlar dışında, Downtown’da, onların Yunan yemeği olduğunu iddia ettikleri yemekler yapan, İsrailli bir piyanist – şantör abinin Arapça, İbranice, Türkçe, Yunanca şarkılar söylediği, Arap bir dansöz ablanın oynadığı bir Yunan tavernası; Los Angeles’ın güneyinde, Ermeni bir abinin işlettiği, vasatın üstünde kebaplar yapan bir Ortadoğu restoranı vardı. Aralık 2019’da gittiğimde, San Diego’da Amerikalı bir arkadaşın yanında kalıp, şoförlüğümü de kendisine yaptırdığım için, yukarıda bahsettiğim Türk restoranlarının hiçbirine gidip, yerlerinde duruyorlar mı diye bakamadım. Ama başka bir Amerikalı arkadaşla Downtown’da buluşmaya gittiğimde, 4. Cadde’de, Sultan Baklava isminde yeni bir Türk restoranı açıldığını gördüm. Hemen içeri daldım. Abi Diyarbakırlı’ymış. “15 sene önce yoktun” dedim. “5 senedir buradayım” dedi. “İşler nasıl?” dedim. “Her gün daha iyiye gidiyor” dedi. “Oh, oh; Allah arttırsın” dedim. Amerikalı arkadaşı oraya davet ettim. Kendisi açmış; kebap yedi. Amerikalı olduğu için, ucundan tadamadım. Ben toktum; baklava yiyip, çay içtim. Baklava gibi baklava, çay gibi çaydı. Edindiğim izlenime göre, kebabın da kebap gibi olduğunu tahmin eder, San Diego’ya gidecek arkadaşlara gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

      San Diego ve ekonomisine geri dönersek, bağcılık, şarapçılık tecrübesi olanlar, tarımda; pazarlama, turizm – otelcilik eğitimi ve tecrübesi ile, ileri derecede hizmet sektörü tecrübesi olanlar, turizmde; iyi bir mühendislik eğitimi ile, yeterince mühendislik tecrübesi olanlar, teknolojide kalifiye iş bulabilirler. Özellikle pandemi münasebetiyle, sağlık çalışanlarının da, geçtiğimiz yıllara oranla, daha kolay iş bulabileceklerini düşünüyorum. San Diego genelinde, çok sayıda hastane, University of California San Diego özelinde, çok iyi bir üniversite hastanesi, onun ekosisteminde birçok araştırma enstitüsü ve Point Loma’da bir donanma sağlık merkezi mevcut. Asker olmayı göze alanlar için, yukarıda, San Diego’nun donanma şehri olduğunu özellikle belirtmiştim. Bunlar dışında, maç ve konserlerde güvenlik görevliliği, Downtown’da pedicab, Uber ve Lyft’te ulaşım, Amazon Flex’te dağıtım elemanlığı gibi, part-time ek iş imkanları da mevcut.

      İşe, eğlenceye gidip gelmek; genel anlamda “yaşamak” için, araba gerekli. 2000’lerin başında, toplu taşıma Metropolitan Transit System’ın otobüsleriyle sağlanıyordu. Ana hatlarda, saat başı gidip gelen otobüsler mevcut olsa da, istediğiniz zaman, istediğiniz yere gitmek için yeterli değildi. 2010’ların başında, yine Metropolitan Transit System tarafından bir tramvay ağı kuruldu. Kapsama alanı daha geniş, hareket saatleri daha sık olsa da, “yaşamak” için hala yeterli değil. New York’taki gibi bir “ağ” beklemeyin. Ben 2000’lerde kendime $3,000’a 10 yaşında bir Japon arabası alarak tüm ihtiyaçlarımı karşılayabilmiştim. Kendine $800’a 15 yaşında bir Japon arabası alan arkadaşım, arabasıyla sorunlar yaşamış, çokça tamir parası ödemişti. $10,000’a ikinci el Pontiac Trans-Am alan arkadaş da çok çekti. $17,500’a sıfır Toyota alan arkadaş çok rahat etti. Ama 20 yaşındaki adam, o kadar da parası varken, neden gidip kendine station wagon Toyota Corolla alır; hiçbirimiz anlayamadık 😃 Özetle, her ihtiyaca, her bütçeye göre araba var. Yetersiz toplu taşımada kendine eziyet etmeye gerek yok.

      Ben San Diego’da yaşarken, asgari ücret, saatte $6.75 idi. Part-time güvenlik görevlisi olarak, saatte $7.00 kazanıyordum. Yüksek lisans yapmakta olduğum üniversitede, part-time lisansüstü asistanı olarak saatte $10.10, part-time araştırma asistanı olarak saatte $13.70 kazanıyordum. Costco’da full-time POP pazarlama elemanı olarak saatte $75.00, Qualcomm’da full-time stajyer olarak saatte $80.00 kazanmışlığım da var. Vons isimli süpermarket zincirinde part-time kasiyerler, saatte $15.00 kazanıyordu (ve az buldukları için grev yapıyordu). İstanbul’da gittiğim özel liseden tanıdığım 3 yaş büyük “abi”m, yine San Diego’da, vasıfsız (yani öyle elektrikçi, tesisatçı falan değil) full-time inşaat işçisi olarak, saatte $33.00 kazanıyordu. Amerikalı kız arkadaşımın full-time oto tamircisi babası, saatte $40.00 kazanıyordu. Amerika’da full-time çalışma haftası 40 saat. Yaklaşık aylık maaşınızı, verdiğim saatlik ücret x 40 saat x 4 hafta formülüyle hesaplayabilirsiniz. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği lisans + San Diego State University İşletme Yönetimi yüksek lisans mezunu arkadaşım, 2003 yılında, bir Caterpillar şirketi olan Solar Turbines’de, senede $60,000.00 ile işe başladı. O sırada, San Diego State University MBA mezunlarının ortalama işe giriş maaşı, senede $56,000.00 idi. Aynı dönemde, Harvard, Yale, MIT, Stanford MBA mezunlarının ortalama işe giriş maaşı, senede $250,000.00 idi. İşteki birinci senesinin sonunda, kendisine bir Audi TT; ikinci senesinin sonunda, peşinatı Türkiye’de pilot olan babasından gelmek üzere, kendisine fena olmayan bir mahallede, iki katlı, kapalı garajlı, müstakil bir ev aldı. Ekstra bir not olarak, yukarıda bahsettiğim Amerikalı kız arkadaşımın profesyonel beyzbol oyuncusu olan kardeşinin, senede $5,050,000.00 kazandığını da kayıtlara geçirmek isterim 🙂

      San Diego’da asgari ücret, şu an $12.00. Yukarıda bahsettiğim meslek gruplarının bugünkü yaklaşık maaşlarını, basit bir oran – orantı hesabıyla bulabilirsiniz.

      New York’ta asgari ücret, şu an $15.00. Deloitte isimli global şirkette kıdemli müdür olarak çalışan arkadaşım senede $500,000.00, Goldman Sachs’te kıdemli müdür olarak çalışan eşi senede $500,000.00, dış ticaret merkezi New York’ta bulunan bir Türk şirketinde genel müdür olarak çalışan abisi senede $500,000.00 kazanıyor. Bu arkadaşların evlerinde ev işleri ve çocuk bakıcılığı yapan vasıfsız Türk abla, saatte $22.50 kazanıyor.

      Giderlere gelirsek...

      Ocak 2001 – Nisan 2004 arası, San Diego'nun okyanusa ve şehir merkezine uzak, SDCCU Stadium (benim zamanımdaki adıyla, Qualcomm Stadium), Mission Valley Mall, San Diego State University ve Grossmont College'a yakın kesiminde, 300 metrekare toplam alan üzerine oturtulmuş 150 metrekarelik, tek katlı, kapalı garajlı, 3+1, müstakil bir ev $150,000 - $200,000 aralığında satın alınabiliyordu. Aralık 2019’da yanında kaldığım Amerikalı arkadaşım, içinde oturduğu, okyanusa ve şehir merkezine yakın, genişçe 1+1 condo’sunu (kabaca, kiralanan apartman dairesine “apartment”, satılan apartman dairesine “condo” diyorlar) $190,000’a aldığını söyledi. Bugün, New York şehir merkezinde, Roosevelt’in doğduğu eve (bkz. Google) benzeyen, bitişik nizam, 2-3 katlı müstakil evler, 30-40 milyona gidiyor. Jennifer Lopez, Hudson Yards’daki condo’sunu 17 milyona almış (Big Bus’taki turist rehberi abimiz sağ olsun).

      Ocak 2001 – Nisan 2004 arası, San Diego'nun okyanusa ve şehir merkezine uzak, SDCCU Stadium (benim zamanımdaki adıyla, Qualcomm Stadium), Mission Valley Mall, San Diego State University ve Grossmont College'a yakın kesiminde bir 1+1'in, su faturası dahil aylık kirası $800 idi. Bir aylık kirayı depozito olarak alıyorlardı. Benim orada yaşadığım süre boyunca, hiç zam gelmedi. Aralık 2019'da gittiğimde, aynı dairenin aylık kirası, yine su faturası dahil $1,450 Dolar olmuştu. Şu an, aynı dairenin, New York şehir merkezindeki aylık kirası $3,900. Forumdaşlardan birinin, başka bir başlık altında söylediğine göre, aynı daire, Huntsville, AL’da, $500’a bulunabiliyormuş.

      2001 – 2003 arası, benim gittiğim devlet üniversitesinin yıllık ücreti $9,600 idi. San Diego’nun en iyi özel üniversitesinin yıllık ücreti $20,000 - $25,000 civarındaydı. Şu an devlet üniversitesinin yıllık ücreti $19,600. Özel üniversite ise, yıllık $57,200’dan gidiyor (Karşılaştırılabilen büyüklükler olsun diye, MBA ücretlerini yazdım. Ücretler, öğretim seviyesi ve bölüme göre büyük farklılıklar gösteriyor). New York’ta ise, Columbia, NYU ve Pace’in MBA ücretleri, bugün itibariyle yılda $80,000.

      2001 – 2004 arası San Diego’da $4-5’a yediğim burrito, bugün $7-8. New York’ta burrito yemedim ama, $10’dan aşağı bulabileceğinizi sanmam. 2001 – 2004 arası San Diego’da $7-8’a olduğum saç tıraşı, bugün $12. Aynı saç tıraşı, bugün New York’ta $30.

      Aklıma gelenleri, gücüm yettiği, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Sürçülisan etmiş isem, affola. İhmal ettiğimi düşündüğünüz, merak ettiğiniz, cevap bulamadığınız başka San Diego sorusu olursa, yazın lütfen. Bildiğim bir konu ise, mutlaka cevap vermeye çalışırım.

      Allah’ın herkese gönlüne göre vermesi dileğiyle, saygılar...

      posted in California
      kingocali
      kingocali
    • RE: DV2022 Bekleme Odası

      Amerika'ya gidilmek isteniyorsa, bir yol bulunup, gerçekten gidiliyor. Ama çekiliş olmadan, Amerika'da kalmak o kadar kolay olmuyor maalesef.

      Sınıfta 6 Türk'tük. Hepimiz San Diego'ya yüksek lisans yapıp, akabinde Amerika'da kalmak niyetiyle gelmiştik. Hepimiz bu işi yasal yollarla yapmayı tercih ettik. Yalnızca birimiz kalabildi; 5'imiz, bize H-1 getirecek bir iş bulamadığımız için geri dönmek zorunda kaldık.

      Sınıftan olmayıp, hepsi San Diego'ya bizimle aynı dönemde, dil okulu, ön lisans, lisans ya da yüksek lisans yapıp (Biri hemşire, diğeri muhasebe alanında meslek lisesi mezunu olup, herhangi bir okula gitme niyeti olmayan 2 kişi istisnadır), akabinde Amerika'da kalmak niyetiyle gelmiş 48 Türk'ten, yalnızca 12'si kendisine H-1 getirecek bir iş bularak, 4'ü evlenerek, 2'si yasal olmayan yollara başvurarak kalabildi; 30'u geri döndü (Akademisyen olarak geldiğini bildiğim 4, çekiliş kazanarak geldiğini bildiğim 1, gelirken kalma niyeti olmadığını bildiğim 1, nasıl geldiğini bilmediğim 6 ve öğrenci vizesiyle geldiğini bildiğim, ancak akıbetlerini bilmediğim 5 Türk'ü dahil etmiyorum).

      Türkiye'deki lisans programından tanıdığım 4 sınıf arkadaşımdan, 2'si dil okulu bahanesiyle New York'a, 2'si yüksek lisans için Amherst ve Chapel Hill'e gitti. Chapel Hill'e giden okulu bitirip, Amherst'e giden okulu dahi bitiremeden geri döndü. New York'a gidenler, yasal olmayan yollara başvurarak kalabildi.

      Ben, Türkiye'de 7 sene özel okulun ardından, Amerika'da 7 ay gittiğim dil okulunda İngilizce problemini tamamen ve ebediyen çözdüm. İlk yüksek lisansımı Amerika'da yaptım. Amerika'daki okul sırasında asistanlık, okul bittikten sonra staj yaptım. Okul bittikten sonra, 1 yıllık Optional Practical Training sürem içinde, birkaç vasıfsız işte (bahçıvanlık, güvenlik görevliliği, POP pazarlama elemanlığı) çalıştım. Eşzamanlı olarak, bana H-1 getirecek vasıflı bir iş arayışım içinde, her sektör ve boyuttan sayısız şirketle mülakat yaptım. Özetle, Amerika'da, vasıflı bir iş bulup, çalışabilmek dışında, bir insanın deneyimleyebileceği her şeyi deneyimledim; deneyebileceği her yolu denedim ( Vatandaşla evlilik ve askere alma bürosu deneyimlerimi de, başka bir başlık altında yeri gelirse paylaşırım. O işlere de girmediğimden değil 🙂 ). OLMADI!

      Şu an, İngilizce sorunum yok. Biri lisans, (biri Amerika'dan) ikisi yüksek lisans; 3 üniversite diplomam var. 3 sene, 3 ay, 13 günlük Amerika tecrübem var. Kredi geçmişim var. Üstelik iyi. Social Security Number'ım var. Alien Number'ım var. 10 senelik pasaportum var. 10 senelik turist vizem var. Evcil hayvanım yok. Hanım - çocuk yok. Bakmakla yükümlü olduğum 1. derece akrabam yok. New York, NY'ta 5, San Diego, CA'da 10, Huntsville, AL'da 15 sene, beni hiç çalışmasam bile idare edebilecek param var. Ama dibini görürsem, hayatta tek dikili ağacım kalmayacağı için, hepsini harcama lüksüm yok. Gidersem, iyi bir iş bulup, çalışmak zorundayım. Ama geçmiş tecrübelerimden, iyi iş bulmanın kolay olmadığını, hatta mümkün bile olamayabileceğini çok iyi biliyorum. O yüzden, o işi bulmadan, olmayacak maceralara da atılamam. Üstelik 2021 çekilişini de kazandım. Ama 38 bin küsuruncu sıradan kazandım. Bu seneki çekilişin doğası 2018'inkine benziyormuş. Muhtemelen bana mülakat sırası dahi gelmeyecekmiş. Özetle, bütün imkan ve avantajlarıma rağmen, HALA GİDEMİYORUM!

      San Diego'ya, 32 yaşında, cebinde yalnızca Türkiye'de sattığı motorunun ve gitarının parasıyla gelen (inanın, toplasanız 15.000 Dolar etmez); yasal olmayan yollarla çalışarak, önce dil okulu (İngilizce'yi neredeyse sıfırdan öğrenmek üzere), ardından ön lisans, ardından lisans, ardından yüksek lisans bitiren; lisans mezuniyetinden beri, San Diego'daki web tasarım firmalarında web tasarımcısı olarak çalışan; San Diego'ya birlikte geldiği doktor kocasından ayrılmış Türk bir hemşireyle evlenen; şu anda, hala San Diego'da hepimizin hayalindeki hayatı yaşayan Türk de tanıyorum. Katbekat fazla imkanım olmasına rağmen, (yalnızca para harcanan) turistik geziler dışında Amerika'ya gidememenin acısını da bizzat yaşıyorum (Yalnız olmadığımı da, yukarıda somut verilerle paylaştım).

      Demem odur ki, gelin, bugün elimizde olan ya da olmayan imkanlarla, yarın elimize geçip geçmeyeceğinin garantisi dahi olmayan fırsatları değerlendirmeyelim. Birbirimizin şevkini ve kalbini kırmayalım. Gün doğmadan neler doğar? Krediler çekilir. Akrabalar el verir. Piyangodan para çıkar ( Çekilişten göçmenlik çıkacağına inanıyorsunuz; para çıkacağına mı inanmıyorsunuz? 🙂 ). Gidenler gider; gidemeyenlerin yerine sıradaki talihli gider. Zaten o yüzden 55.000 vizeyi 132.000 kişiye çıkarmıyorlar mı?

      Bu zor günlerde, aynı tarafta olmakta fayda var. Saygılar...

      Edit: Sayıları, aklıma gelen yeni kişilerle güncelledim. İlk okumanızla ikinci okumanız arasında rakam farkı varsa, sebebi rakamların güncellenmiş olmasıdır.

      posted in Yeşilkart (Greencard) ve Göçmenlik
      kingocali
      kingocali
    • RE: DV2022 Bekleme Odası

      1.000 yaşındayım. Dünyanın en çirkin insanıyım. Hem kel, hem fodulum. Bana çıktı. Teori iptal 🙂

      "38.000. sıradan çıkmış. Mülakat sırası bile gelmez. O yüzden, çıkmış sayılmaz" diye kendine güvenen varsa, yakın kıdem tazminatlarını, gitsin 😃

      Şaka bir yana, benim, DV-2020'ye kadar, yalnızca yakın çevremdeki kazananlara bakarak (o zaman forumdan falan haberim yoktu tabii), yüksek öğrenim görmüş, bir kariyeri, eşi (tercihen o da kariyerli) ve çocuğu olanların çekiliş şansının belli bir katsayıyla çarpıldığına dair bir teorim vardı (Bana bir şans veriliyorsa, bu profile uyanlara 3 şans veriliyormuş gibi düşünün).

      DV-2020 ve üstü için ise, yine yalnızca yakın çevremdeki kazananlara bakarak, Amerika tecrübesi olan, Amerika'da adli kaydı ve dil sorunu olmayan, yine yüksek öğrenimli, ancak bu kez bekar insanlara daha fazla şans verildiği izlenimi oluştu.

      Örneklem bu kadar dar, sınırlı ve subjektif olunca, ulaştığım sonuç zaten hiçbir istatistiksel anlam ifade etmiyor ama, yalnızca bu forumun heterojenliğine baksanız bile, çekilişin tamamen rastlantısal olduğunu görebilirsiniz.

      Dünyanın en çirkini olduğum kadar, aynı zamanda dünyanın en bahtsız da insanıyımdır. Bana bile çıktı yani 🙂

      Tabii yine, "38.000. sıradan çıkmış. Çıkmış bile sayılmaz" deme hakkınız saklıdır (ve muhtemelen de, tam olarak gerçeği yansıtmaktadır) 😃

      Hisse: Liseyi bitirin. Pasaportları yenileyin. Fotoğrafları tazeleyin. Gerçekleri beyan edin. Yazım hatalarını iyi kontrol edin. Öyle olsa olur mu; böyle yapsak sayılır mı diye kuralları esnetmeye çalışmayın. Tam talep edildiği şekilde başvurun. Gerisi tevekkül...

      Kazanmak isteyen herkese bol şans...

      posted in Yeşilkart (Greencard) ve Göçmenlik
      kingocali
      kingocali
    • RE: Dolar Çıldırdı

      Günlük piyasa hareketlerini ve aylık para politikalarını bir kenara bırakıyorum. Amacımız belli olduğu için (Fırsatını bulduğumuzda, biriktirdiğimiz Dolar'la ABD'ye göçmek), kura kısa ve orta vadede ne olduğuyla ilgilenmiyorum. Henüz resmen başımıza gelmediği için, AB'nin bizi "Aralık'taki AB Liderler Zirvesi'nde artık geliyor" diye tehdit ettiği yaptırımları da, Biden'ın seçilmesiyle, artık geleceğine kesin gözüyle baktığım CAATSA yaptırımlarını da, şimdilik görmezden geliyorum. Lakin, jeopolitik riskler (Ermenistan, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, Libya) ortadan kalkmadığı sürece, döviz kurlarındaki yükselişin kalıcı olarak durması ya da gerilemesi zaten mümkün değil.

      Eniştemizin istifasıyla, uzun zamandır olumlu bir habere aç ve muhtaç olan piyasa, sonunda bir nefes aldı. Muhteremin ekonomide ve hukukta reform söylemleriyle, olumlu gidişat ihtimalini fiyatladı.

      Muhterem "acı reçete" ve "ekonomide yapısal reform" dediğinde "umudu" fiyatlayan piyasa, muhterem hemen ertesi gün "Faiz enflasyondan çıkmaz; enflasyon faizden çıkar" söylemine geri dönünce, Merkez Bankası rezervlerinde satacak döviz kalmadığı (Döviz rezervi, Merkez Bankası'nın kura karşı sahip olduğu yegane iki silahtan biriydi. Artık yok) ve muhterem de 24 saat içinde tekrar "Vatandaşımızı faize ezdirmeyeceğiz" söylemine döndüğü (Faiz, Merkez Bankası'nın kura karşı sahip olduğu yegane iki silahtan diğeri. Ama idarede de, onu kullanacak irade yok) için, hiçbir şeyin değişmeyeceğini ve her şeyin eski tas, eski hamam olacağını gördü ve mevcut jeopolitik koşullar altındaki "normal" seyrine geri döndü.

      Muhterem "hukuk reformu" dediğinde "umudu" fiyatlayan piyasa, muhteremin 18 yıllık yol arkadaşı "Hakkında hüküm verilmediği halde aylardır tutuklu olan siyasi figürler serbest bırakılmalı" deyip, muhterem hemen ertesi gün kendisini kamuoyu önünde gömdüğünde (istifaya zorladığında) ve bir sonraki gün de 18 yıllık hukuklarını hiçe sayıp kellesini aldığında (istifasını kabul ettiğinde), hiçbir şeyin değişmeyeceğini ve her şeyin eski tas, eski hamam olacağını gördü ve mevcut jeopolitik koşullar altındaki "normal" seyrine geri döndü.

      Şimdi, sırf fantezi olsun diye, jeopolitik riskleri de bir kenara bırakıyorum. Ama jeopolitik risksiz bir dünyada bile, seni bugüne getiren hataları aynen yapmakta ısrar edeceğini söylemeye devam edersen, o kur hiçbir zaman düşmez. Einstein'ın durumumuzu anlatan çok güzel bir sözü vardır; "Sürekli aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar elde etmeyi beklemek deliliktir" der.

      Naçizane fikrim, siz gelin, yine farklı sonuçlar beklemeyin. * Yatırım tavsiyesi değildir. *

      posted in Gündem ve Sohbet
      kingocali
      kingocali
    • RE: Amerika'da Yasanacak Eyaletin Secimi

      @tugba_nyc_love

      2001 - 2004 arası, San Diego'da, devlet üniversitesinde okudum. Bir dönemlik okul ücreti (tuition) 4.000 Dolar, kayıt ücreti (registration fee) 800 Dolar idi. Amerika'da okumak için, gayet mütevazı rakamlar olduğu söylenebilir. Kiram (su faturası içinde), ayda 800 Dolar; elektrik, kablo, telefon gibi sabit giderlerim, 200 Dolar civarında idi. F-1 öğrenci vizesi ile, yalnızca kampüs içinde ve en fazla 20 saat çalışarak (yasal sınırlar bunlar), yalnızca yeme, içme ve gezme giderlerimi karşılayabiliyordum. Okul ücretleri, kira, sabit giderler Türkiye'den geliyordu. Üstelik, okul kırtasiyesinde kasiyerlik, okul kantininde komilik gibi vasıfsız (Saati $6.75) değil; 20 saati doldurmak için, aynı anda birkaç hocanın lisansüstü (Saati $10.10) ve araştırma (Saati $13.70) asistanlığını yaptığım yarı-vasıflı işlerde çalıştım.

      Okul bitip, 1 yıllık Optional Practical Training sürem başladığında, bir yandan H-1 getirecek iş arayıp, diğer yandan vasıfsız işlerde çalıştım. Saati $5'dan bahçıvanlık (o zaman California'da asgari ücret $6.75 olmasına rağmen, abinin bende emeği olduğundan öyle anlaştık), $7'dan güvenlik görevliliği, $75'dan (geçici süreli, proje bazlı) POP pazarlama elemanlığı (Migros'ta margarin sürülmüş ekmek tadımı yaptırdığınızı düşünün) yaptım. En iyi günümde, kiramı, sabit giderlerimi, yiyip, içip, gezdiğimi karşılayabildim. Arabanın sigortası, benim sigortam geldiğinde, Türkiye'den destek gelmeden, peynir gemisi yürümedi.

      Bugün, San Diego'da aynı dairenin kirası 1.450 Dolar. New York'ta aynı dairenin kirası 3.900 Dolar.

      Aralık 2019 - Ocak 2020'de gittiğimde, New York'ta, 20 sene önce, çekilişten Green Card kazanarak gelmiş, Türk ailelerin evlerinde (temizlik, yemek, bulaşık, çamaşır, ütü gibi aklınıza gelebilecek bütün) ev işleri ve çocuk bakıcılığı yaparak (ne kadar ağır da olsa, vasıfsız işler), ayda 3.600 Dolar kazanan (ve hala tek kelime İngilizce konuşamayan) bir Türk ablayla tanıştım. Ama dediğim gibi, New York'ta 1+1'in kirası 3.900 Dolar. Abla, Brooklyn'in Manhattan ve East River görmeyen kesimlerinde yaşıyor, işe metroyla gidip geliyordu. Şansı ve hayatta kalabilmesinin tek sebebi, eşinin ve şu an yetişkin olan oğlunun da vasıfsız işlerde çalışıyor ve kendisine destek veriyor olmasıydı. Üstelik, Trump öncesinde, kardeşini, onun eşini ve çocuklarını da bir şekilde yanına aldırarak, bir destek sistemi kurabilmişti (En azından, beklenmedik masraflarda, çevresinde kendisine destek olabilecek birileri var).

      Doğuştan vatandaş olan Amerikalı arkadaşım, New York'ta okurken, vasıfsız işlerde çalışarak (garsonluk yapmış) geçimini ve okula ilişkin sarf malzemesi masraflarını karşılayabilmiş olsa da, okul ücretini öğrenci kredisiyle ödeyebilmiş. Üstelik, doğuştan New York'lu olduğundan, yabancı öğrencinin ödediği ücretin üçte birini ödüyor. Ona rağmen, ödemek kolay değil. New York, muhtemelen, Massachusetts, Connecticut ve New Jersey'den sonra, okulların en pahalı olduğu eyalet.

      Ucuz eyaletler, büyük su kütlelerine kıyısı olmayan, sanayii nispeten az gelişmiş eyaletler olabilir. Idaho, Montana, North ve South Dakota, biraz daha pahalı olmak kaydıyla, Nebraska, Oklahoma, Iowa gibi... Bunun bir istisnası Alaska olabilir. Zira, suya bolca kıyısı var.

      New York'ta hem okumak, hem çalışmak, hem "yaşamak" mümkün değil midir? Mümkün olduğunca ucuz bir okulda, birkaç ev arkadaşıyla, şehir merkezinden uzak bir yerde, mütevazı bir dairede, birkaç işte çalışarak mümkün olabilir. Ama o da F-1 vizesiyle mümkün değildir. Çekilişten Green Card kazanırsanız olabilir. Ama o takdirde de, birkaç işte çalışıp, part-time okusanız bile, okul bitmeden "yaşamaya" ne kadar zaman ve haliniz kalır; orası meçhul. Üstelik, beklenmedik harcamalar için, bir destek sistemi hala şart. Zira, Amerika acımasız bir yer.

      Gerçekçi olursak, çalışarak okumak için daha mütevazı bir şehir / eyalet seçmeniz; hayaliniz bu ise, New York'a okul bittikten sonra gitmeniz, hem finansal, hem zamansal, hem de ruhsal olarak daha sağlıklı ve fizibil olabilir.

      Bol şans...

      posted in Eyaletler
      kingocali
      kingocali
    • RE: Amerika'da Günlük Yaşamdaki Farklılıklar

      @tugbafurkan

      1. Yollar bizimkinden geniştir. Dikiz aynaları arkanızı tamamen göstermekte yetersiz kalabilir. Şerit değiştirmeden önce, bir de kafanızı çevirerek, camdan ölü noktada araç var mı diye kontrol etmeniz, seyahat güvenliğinizi arttıracaktır.

      2. Hız limitlerine uyun. Polis, hız limitlerini hassasiyetle uygular.

      3. Bizdekinin aksine, "Stop" işaretlerinde (gerek yerde, gerek tabelada yazan) tamamen durulur. 3 saniye beklenerek, kavşağın boş, ya da kavşaktaki araçların tamamının durmuş olduğundan emin olunarak harekete geçilir. Geçiş hakkı, kavşağa ilk gelendedir. "Stop" işaretinde, önünüzde başka bir araç varsa, o hareket ettikten sonra, onun durduğu yerde durup, kavşakta önünüzdeki aracın geçmesini bekleyen araçlardan birinin geçmesine izin vermelisiniz. O geçişini tamamladıktan sonra, harekete geçebilirsiniz. Yine bizdekinin aksine, polis "Stop" işareti kurallarını hassasiyetle uygular.

      4. California eyaletinde, sağa dönmek için yeşil ışığı beklemek zorunda değilsiniz. Işıklarda durup, aynı "Stop" işaretinde olduğu gibi 3 saniye bekledikten sonra, yola çıkmak güvenli ise, yeşili beklemeksizin sağa dönebilirsiniz. Diğer eyaletler konusunda bilgi sahibi değilim. Sadece, böyle bir şey olduğunu görür, ya da sağa dönüşte yeşili beklerken, arkanızdaki araç size korna çalarsa şaşırmayın diye yazdım.

      5. San Diego'da, sola dönüşlerde, sola ok gösteren trafik ışıkları vardır (Bizde de var). Sola dönüş kolaydır. Ancak Los Angeles ve New York'ta, sola dönüş oku yok. Yeşil yanarken, kavşağın size ayrılan sol şeridinde durup, karşı yönden gelen araçların tamamının geçip, karşı yönün boşalmasını bekliyor, karşı yön boşalınca sola dönebiliyorsunuz. Los Angeles ve New York gibi trafiği yoğun yerlerde, sola dönmek bir ömür sürebiliyor. DC ve NC'da nasıldır; bilemiyorum. Ama dikkat edilmesi gereken başka bir konu daha...

      6. Aracınızı yol kenarına park ederseniz, aracınızı bıraktığınız yönün, trafiğin aktığı yönle aynı olduğundan emin olun. Türkiye'deki gibi kaldırıma asla çıkmayın. Kaldırım taşlarının rengine, üzerinde yazanlara, trafik levhalarına dikkat edin (Örneğin, kaldırım taşlarının rengi kırmızı ise, oraya asla park edilemez. Yakında yangın musluğu, vs vardır. Sarı ise, geçici bir süre ile duraklanabilir. Yolcu ya da eşya indirilip bindirilebilir. Süresi üzerinde yazar. Yeşil ya da beyaz ise, oraya park edilebilir. Ancak, haftanın birkaç günü, belirli saatlerde, o yolda temizlik yapılacağından, aracınızı o gün ve saatlerde orada bırakmak, kaldırım yeşil ya da beyaz olsa bile yasaktır). Kaldırımda parkmetre var ise, parasını mutlaka atın. Parking Enforcement, park kurallarını hassasiyetle uygular.

      7. Yaya geçidi olsun, olmasın, yola yaya indiğinde, tamamen durmalı, yayanın karşıya geçmesini beklemelisiniz. Polis, yayaların geçiş üstünlüğünü hassasiyetle uygular. Yaya geçidi yoksa, belki kendinizi kurtarabilirsiniz ama, yaya geçidinde yaya varsa ve siz durmazsanız, affetmez.

      8. Çoğu trafik ışığında kamera vardır (Gerçi artık bizde de var). Kırmızı ışıkta durmazsanız, cezası nereye giderseniz gidin, sizi mutlaka bulur.

      9. Geçiş üstünlüğü olan (sirenli, çakarlı) bir araç geliyorsa, ne taraftan geliyor olursa olsun, sağa çekip, durup, geçmesini beklemelisiniz (Kendi memleketimizde yapmayan çok çıkıyor ama, orada herkes yapıyor).

      10. Polis arabası arkanıza gelip, tepe lambalarını yakıyorsa, mutlaka en yakın güvenli yerde sağa çekip durmalısınız (Bu, Amerikan polisinin, sizi çevirme yöntemidir ve tartışmaya açık değildir). Memur bağırarak ya da hoparlöründen aksi yönde talimat vermediği sürece, aracı terk etmemeli, camlarınızı açıp, ellerinizi memurun göreceği bir yerde tutarak (Sürücü direksiyonda, yolcu dashboard'da) memurun size gelmesini beklemelisiniz (Önce telsizle dispatch'e çevirme yaptığını ve yerini bildirecek, sonra bilgisayarına plakayı yazacak, sonra yanınıza gelecek. Süre alabilir). California'da uluslararası sürücü belgesi geçmiyordu. Diğer eyaletleri bilmiyorum. Ama "geçici" olarak kullanıldığı sürece, Türk ehliyeti geçiyor. Dolayısıyla, pasaportlarınız, Türk ehliyetiniz ve kiralama belgeleriniz kolay ulaşabileceğiniz bir yerde olsun. Zira, yanınıza gelir gelmez, bunları görmek isteyecek.

      11. İndiğinizde, free shop'tan, vs. alkol alırsanız, alkol mutlaka bagajda olmalı. Kabinin içinde alkol şişesi görürse, ceza kaçınılmaz.

      12. Ne yaparsanız yapın, polisin talimatlarına karşı gelmeyin, onunla tartışmaya girmeyin ve asla madde etkisinde araç kullanmayın. Aksi takdirde, Allah korusun, green card macerası kısa sürebilir.

      Güvenli yolculuklar...

      posted in Kültür
      kingocali
      kingocali
    • RE: canada/abd dil okulu fikir/düşünceleriniz???

      @halilk2020 Amerika'da, İngilizce yeterliliğinin belgelenmesi için sertifika ve / veya sınav sonucu talep edilmesi, yalnızca okul başvurularında karşılaşılan bir durum.

      İş görüşmesi için, Fortune 500 listesinde ilk 200'e giren teknoloji şirketine de, dünyanın en büyük konteyner taşımacılığı şirketine de, Amerika'nın ikinci büyük eczaneler zincirine de, plastik parça imalatı yapan KOBİ'ye de, gıda imalatı yapan yabancı patrona ait KOBİ'ye de, internet tarihinin, pazara en hızlı giriş yapan ürününü sunan, scale-up aşamasındaki teknoloji girişimine de, sivil toplum örgütüne de, sanat kumpanyasına da, üniversiteye de, asker alma bürosuna da gittim. Onlarca mülakata girip çıktım. İngilizce sertifikası ya da İngilizce sınav sonucu soran, kendisi İngilizce sınavı yapan işverenle hiç karşılaşmadım.

      CV'sinde gördüklerini beğenirlerse, adayı mülakata çağırıyorlar. Amerikalı'ya ne soruyorlarsa, yabancıya da aynısını soruyorlar. Adayın verdiği cevapları beğenirlerse, (belki ilk mülakattan, belki birkaç mülakat turundan sonra) onu işe alıyorlar. Beğenmezlerse, almıyorlar.

      Adayın verdiği cevapların değerlendirilmesinde, adayın kendisine sorulan soruyu anlaması, mülakatçının da adayın verdiği cevabı anlaması, yazılı olmayan bir ön şart olduğu ve karşılıklı anlaşılıp anlaşılamadığı ilk 30 saniye içinde zahmetsizce anlaşılabilen bir şey olduğu için, hiçbir Amerikalı işveren, kendi memleketinde işe eleman alırken, sertifikayla, sınavla uğraşmıyor (Belki, örneğin, Almanya'da çalıştırmak için eleman alıyorsa, Almanca testi yapıyor / istiyor olabilir).

      Siz sanayi özelinde sormuşsunuz. Müsaade ederseniz, ben konuyu tüm teknik alanlara genişleterek cevap vermek isterim: İfası için, teknik bilgi, birikim, beceri gereken tüm mesleklerde, İngilizce yeterliliği (ya da yetersizliği) daha az sorun oluyor (Lakin, tekraren, bunun somut bir limiti / derecesi yok).

      Örneğin, bir şirketin hukuk müşaviri olacaksanız, son derece ağır bir dille yazılmış kanun, yönetmelik, tüzük ve içtihatları okumak, bu konularda gelecek soruları anlamak, cevaplamak, iş çözümsüzlükle sonuçlanırsa, derdinizi, kendi memleketinin eliti olan hakimlere anlatmak zorundasınız. Hafif bir İngilizce'yle altından kalkmak mümkün değil.

      Ama örneğin, konusuna hakim, alanında yetkin bir tasarım mühendisiyseniz, "Orası öyle olmaz. Böyle olmalı" deyip, ekranda çizdiğiniz şeyi parmakla göstermeniz, çoğu kez yeterli olacaktır. Çalışmaya başladıktan sonra, İngilizce'niz zaten gelişecek, işinizi iyi yaptığınız sürece, çevrenizdeki insanlar, İngilizce'niz gelişene kadar geçecek süreyi ve o zamana kadar yapacağınız ufak tefek hataları görmezden gelecektir.

      Üç tane örnek vermek isterim:

      1. Yukarıda bahsettiğim, internet tarihinin, pazara en hızlı giriş yapan ürününü sunan, scale-up aşamasındaki teknoloji girişiminde çalışırken, bir gün, işe, söylediklerinin ancak %25'i anlaşılabilen Çinli bir elektronik mühendisi başladı. İngilizce'si berbattı ama, belli ki mülakatta, kendisinin, kendisinden beklenenleri yapabileceğine dair güven verebilecek performansı gösterebilmiş. Nitekim kadın, şirketin uzun zamandır çözüm üretilemeyen en büyük problemini, işe başladığı gün çözdü. O gün itibariyle, o kadını, kendisi istemediği sürece, hele ki İngilizce'si yüzünden, şirketten atabilecek bir güç kalmadı 😃

      2. İstanbul Üniversitesi Makine Mühendisliği'ni bitirmiş bir arkadaşım, mezuniyetinden sonra, Türkiye'de 1 yıl Tasarım Mühendisi olarak çalıştı. Sonra sıfır İngilizce'yle New York'a gitti. Dil okuluna başladı. 1 yılı aşkın süre devam etti. Dil okulunda okuduğu süre boyunca, önce pompacılık (o zaman öyle bir meslek vardı; Amerika'da artık yok), sonra taksi şoförlüğü, sonra limuzin şoförlüğü yaptı. Dilini kabul edilebilir seviyeye getirdikten sonra (ki, o seviye, söylemeye çalıştığım gibi, teknik alanlarda nispeten daha düşük; üstelik durum, hem okulda, hem işte böyle), City University of New York'ta Makine Mühendisliği yüksek lisansı yaptı. Okul bitince, Türkiye'de olduğu gibi, Tasarım Mühendisi olarak iş buldu. Zaman içinde, Mühendislik Müdürü oldu. Şu an ise, Genel Müdür. Doğru yaptıkları: 1. Tüm dünyada geçerli, tüm dünyada aşağı yukarı aynı şekilde yapılan bir mesleğin eğitimini almış olmak. 2. O meslekte iş tecrübesi edinmiş olmak. 3. Bir süre düşük yaşam standartlarında yaşamak zorunda kalsa da, dilini geliştirmeye yeterince zaman ayırmış olmak. 4. Amerika'da, Türkiye'de eğitimini aldığı, tecrübe kazandığı alanda, eğitimini ileriye götürecek (aynı zamanda, Türkiye'de aldığı eğitimi meşrulaştıracak) okulu, bölümü ve öğretim seviyesini seçmiş olmak ( Başkası olsa, bu teknik eğitimin üzerine, sırf öylesi daha kolay diye, Radyo - Televizyon falan okur, memlekete dönüp, yalaka medyada, gazı bol, içeriği bomboş, "Gençler, temel bilimler okuyun, mühendislik okuyun; memleketi kalkındırın" programları yapardı 🙂 ). 5. Eğitimini aldığı, tecrübe kazandığı meslekte iş aramak. Şansı: Bulmak 😃

      3. (Burssuz) Bilkent Üniversitesi İşletme Yönetimi lisans programını bitirmiş bir arkadaşım, Türkiye'de faaliyetleri olan global bir Amerikan şirketinin İstanbul ofisinde, denetçi (en geniş bakış açısıyla, "muhasebeci" diyebiliriz) olarak işe başladı (Sanayi işi olmasa da, tüm dünyada geçerli, tüm dünyada aşağı yukarı aynı şekilde yapılan, kuralları belli, teknik bir alan). Özel sektör için oldukça düşük bir maaşa, 4 sene, gece - gündüz çalıştı. Şirketin avantajları, 1. İşe başlamadan önce, 3 haftalık bir işe hazırlık eğitimi vermesi, 2. Senede en az bir defa, 1-2 haftalık, iş başı, yenileme / güncelleme / tazeleme eğitimleri vermesi, 3. Her 3 kişilik çömez ekibinin başına, takıldıkları yerde soru sorabilecekleri, işi öğrenebilecekleri, hata yaptıklarında arkalarını toplayacak bir kıdemli denetçi koyması, 4. Mesaiye kaldıkları zaman, ekip üyelerinin tüm masraflarını (bulundukları yere göre, otel, yol, yemek, vs), hiçbir sınır koymak ve hiç vakit kaybetmeksizin karşılaması idi. 4. senesinin sonunda, arkadaş, New York'taki genel merkeze "Ben Niy Yoyk'ta çayışmak iştiyoyum. Geyebiyiy miyim amca?" diye mail attı. Amerika'da okul tecrübesi yok. Amerika'da iş tecrübesi yok. Green card'ı, çalışma izni; hiçbir şeyi yok. Amerika'ya turist olarak bile gitmemiş. Özel lise ve özel üniversite dışında, hiç İngilizce konuşmamış. "2 hafta içinde gel, başla" dediler. Gitti, başladı. Gittiğinde, gerekli sertifikasyona bile sahip değildi. CPA sınavına girdi. İlkinde beceremedi. İkincisinde aldı. (Geçici olarak) Türkiye'ye döndü. SMMM sınavına girdi. İlkinde beceremedi. İkincisinde aldı. (Kalıcı olarak) Amerika'ya döndü. Önce Denetçi'ydi. Sonra Kıdemli Denetçi oldu. Sonra Müdür oldu. Sonra Kıdemli Müdür oldu. Şu an ise, Partner. Daha üstü yok. Bonuslar hariç, yılda 500.000 Dolar kazanıyor. Doğru yaptıkları: 1. Tüm dünyada geçerli, tüm dünyada aşağı yukarı aynı şekilde yapılan bir mesleğin eğitimini almış olmak. 2. O meslekte iş tecrübesi edinmiş olmak. 3. İstediği şeyi erken yaşta tespit edip, tüm adımlarını kendisini ona ulaştıracak şekilde atmak. 4. İstediği şeyi talep edecek özgüvene ve medeni cesarete sahip olmak. 5. Amerika'da, Türkiye'de eğitimini aldığı, tecrübe kazandığı alanda, eğitimini ve tecrübesini ileriye götürecek (aynı zamanda, Türkiye'de aldığı eğitimi ve edindiği tecrübeyi meşrulaştıracak) sertifikasyonu almak için çaba göstermek. 6. İşler istediği gibi gitmediğinde moralini bozup, pes etmemek. Şansı: Kendisini, istediği yöne götüren yola sokacak, önünü açacak, "Yürü ya kulum" diyecek o ilk işi, olabilecek en iyi yerde bulabilmiş olmak 😃

      Kanada hakkında bilgi sahibi değilim. Sorunuzun kapsamına Amerika dahil değilse, vaktinizi harcadığım için özür dilerim 🙂

      posted in Göçmenlik Sohbetleri
      kingocali
      kingocali
    • RE: New Jersey

      New York'un, batıya doğru karşı kıyısında, New York'tan ucuza, New York hayatı: Jersey City, NJ (İlk fotoğraf, George Washington Bridge. Sol taraf (doğu) New York. Sağ taraf (batı) New Jersey. Arada Hudson River. Sağ tarafın en güney ucu Jersey City. Sağ tarafın, fotoğrafta görülen, köprüye en yakın kesimi Edgewater. Geriye kalan fotoğraflar, 180 derece Jersey City turu...)

      JC.jpg

      1.jpg

      2.jpg

      3.jpg

      4.jpg

      5.jpg

      6.jpg

      7.jpg

      8.jpg

      9.jpg

      10.jpg

      posted in New Jersey
      kingocali
      kingocali
    • RE: San Diego

      New York'ta, gayrimenkul fiyatları o kadar fahiş, kullanmaya o kadar "yer yok" ki, adamlar, aynı alana, aynı anda, farklı işlevler yüklemek zorunda kalmışlar. 1. fotoğrafta, çevreyolunun (FDR Drive), üniversitenin (Rockefeller University), kelimenin tam anlamıyla "içinden" geçtiğini görüyorsunuz. 2. fotoğraf, Park Avenue. Yüksek binalar. Aralarından yol geçiyor. Normalin dışında bir şey yok. 3. fotoğrafta, yolun ortasında iki bina olduğunu görüyorsunuz (Önde Helmsley Building, arkada MetLife). 4. fotoğrafta, binaların gerçekten yolun ortasında olduğunu görüyorsunuz. Yolun nereden geçtiğini gösteren fotoğraf, maalesef, yine kaybolan fotoğraflar arasında. Ama lütfen üşenmeyin. Google Maps'te, "Park Avenue & 46th Street, New York" yazın; 360 derece street view'a geçin; kendi etrafınızda bir dönün; yolun nereden geçtiğini kendi gözlerinizle görün. Ben ömrümde böyle saçma şey görmedim 🙂

      80190752_10158511573347908_4606639749682167808_o.jpg

      81513103_10158570179302908_7673071443533365248_o.jpg

      82868254_10158570179447908_7686780004184621056_o.jpg

      82467228_10158570179622908_8707595762239799296_o.jpg

      Oysa, San Diego'm öyle mi? "Yer bol" olunca, girersin bağlantı yoluna (1. fotoğraf). Atarsın 2'ye (2. fotoğraf). Atarsın 3'e (3. fotoğraf). Çıkarsın highway'e (4. fotoğraf). Hissedersin rüzgarı saçlarında... Dünkü paylaşımı okuyanlar anladı 😉

      80251578_10158499585582908_1440244577507213312_o.jpg

      75580344_10158499585632908_6249371256144003072_o.jpg

      80021742_10158499585682908_6076610590413946880_o.jpg

      80056499_10158499585777908_5588794097629396992_o.jpg

      Son olarak, ilk paylaşımımda, Türk restoranları konusunda New York'un hakkını teslim ettiğim gibi, yolların kalitesi konusunda, memleketin de hakkını teslim etmek durumundayım. Bizim memleketteki yolların kalitesi, Amerika'nın benim gördüğüm her yerindeki (San Diego, CA; Riverside, CA; Orange, CA; Los Angeles, CA; Ventura, CA; Santa Barbara, CA; New York, NY; Brooklyn, NY; Queens, NY; Bronx, NY; Westchester, NY; Essex, NJ) yollara, öyle 3-5 değil; 1.000 basar! Çatlaklar, yarıklar, açılmalar, ayrılmalar, çukurlar... Patates tarlası gibi Amerika'daki yollar!

      posted in California
      kingocali
      kingocali
    • RE: DV2022 Bekleme Odası

      @newyorker Hepimiz birbirimizinkini kutlarız inşallah. Bizde parası / diploması olan / olmayan, numarası küçük / büyük ayrımı yok. Biraz da istediklerimiz olsun canım hayatta. Hep felaketler olacak değil ya? Hem evrenin bize 2020'den birikmiş borcu var 🙂

      posted in Yeşilkart (Greencard) ve Göçmenlik
      kingocali
      kingocali

    Latest posts made by kingocali

    • RE: Amerika'da MBA yapmak?

      @Bilalcan Rica ederim. Yardımcı olabildiysem, ne mutlu.

      Madem çoğu zaman olduğu gibi boşa konuşmuyorum, o zaman, son olarak, önümüzdeki 25 sene boyunca artan miktar ve oranda ihtiyaç duyulacak (İşletme eksenli) uzmanlık alanlarını da ilginize sunayım. Duruma göre, lisans ve / veya yüksek lisans ve hatta doktora için aklınızda bulunsun.

      Supply Chain Management: Ticaretin hızla evrilmekte olduğu hal olan "Çok sayıda farklı tedarikçiden gelen, çok sayıda farklı kategoride, çok sayıda farklı ürünü, e-ticaret portalları üzerinden gelen online siparişler üzerine, en kısa zamanda, en düşük maliyetle, eksiksiz ve hasarsız olarak son kullanıcıya ulaştırma (ve iade halinde, tam tersi)" misyonunu en verimli ve en karlı şekilde yerine getirmek için yapılacak analizler, simülasyonlar, optimizasyonlar, operasyonlar ve raporlamaların (ve bu aşamaların mükemmele ulaşıncaya = sonsuza kadar tekrarı) tümü bu kapsama giriyor. Hangi ürün, hangi tedarikçiden, ne zaman, hangi fiyata alınmalı; hangi taşıyıcıya, ne zaman, hangi fiyata taşıtılmalı; hangi müşteriye, ne zaman, hangi fiyattan satılmalı sorularının en optimal şekilde cevaplanmasını kapsıyor. Bu işte iyi ve kalıcı olmak için, tedarik zinciri oyuncularını (tedarikçi, üretici, toptancı, perakendeci, son kullanıcı), arz ve taleplerini tanımanın, onlarla verimli, karlı, sürdürülebilir kişisel ve kurumsal ilişkiler kurmanın yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, istatistik, istatistik programları, simülasyon, simülasyon programları ve ERP programları bilmek / öğrenmek gerekiyor.

      Operations Management: Endüstri mühendisleriyle rekabete girmek pahasına (Üretim, İşletme Fakültesi'nde de bir ana bilim dalıdır), ürünlerin, en verimli ve en karlı şekilde üretilmesi için yapılacak analizler, simülasyonlar, optimizasyonlar, operasyonlar ve raporlamaların (ve bu aşamaların mükemmele ulaşıncaya = sonsuza kadar tekrarı) tümü bu kapsama giriyor. Hangi hammadde ve / veya ara ürün, hangi tedarikçiden, ne zaman, hangi fiyata alınmalı; hangi üretim yöntemleri ve / veya süreçleriyle, ne zaman, hangi maliyetle üretilmeli; hangi müşteriye, ne zaman, hangi fiyattan satılmalı sorularının en optimal şekilde cevaplanmasını kapsıyor. Bu işte iyi ve kalıcı olmak için, üreticinin özelliklerine ve kapasitesine, ürün ağaçlarına, üretim yöntemleri ve / veya süreçlerine, piyasadaki arz ve talep trendlerine hakim olmanın, tedarikçi ve müşterilerle (üreticinin tercihine göre, "müşteriler", toptancılar ve / veya perakendeciler ve / veya son kullanıcılar olabilir) verimli, karlı, sürdürülebilir kişisel ve kurumsal ilişkiler kurmanın yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, istatistik, istatistik programları, simülasyon, simülasyon programları ve ERP programları bilmek / öğrenmek gerekiyor.

      Business Analysis / Intelligence: Müşteri şikayetleri, müşteri talepleri, müşteri anketleri, müşterilerle yapılan focus group'lar, bayi şikayetleri, bayi talepleri, bayi anketleri, bayi toplantıları, CRM programları, sosyal medya, son kullanıcı tarafından kullanılmakta olan cihaz ve makinelerin IoT vasıtasıyla üreticiye gönderdiği geri bildirimler gibi veri kaynaklarından toplanan verilerin, müşteri şikayetlerinin ne olduğu, müşteri taleplerinin nereye gittiği, ürünün neye evrilmesi gerektiği, iş modelinin nasıl değişmesi gerektiği, işin nereye varması gerektiğiyle ilgili, üzerinde karar verilebilir bilgiler haline getirilmesini kapsıyor. Bu işte iyi ve kalıcı olmak için, araştırma yöntemlerine hakim olmanın, müşteri ve bayilerle verimli, karlı, sürdürülebilir kişisel ve kurumsal ilişkiler kurmanın yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, CRM programları, sosyal medya takip, analiz ve raporlama programları, veri tabanı mimarisi, yönetimi, veri tabanı sorgulama programları, istatistik ve istatistik programları bilmek / öğrenmek gerekiyor.

      Accounting: Patronlar hesap, devletler vergi istediği sürece (insanlığın yaşam tarzında, avcı - toplayıcılıktan, tarım merkezli yerleşik düzene geçiş kadar köklü bir değişiklik olmadığı sürece) var olacak. İlgili ülkenin mevzuatını, şirket kullanıyorsa, ERP programını, artık her şey dijitalleştiği için, muhasebe programlarını, MS Office programlarını (ve / veya muadillerini) bilmek gerekiyor. Aslında dört işlem. Ama sorumluluğu ağır.

      Finance: Patronlar, ceplerindeki parayı harcamadan yatırım yapmak ve üretimde kazandıkları paralara da para kazandırmak istedikleri sürece (insanlığın yaşam tarzında, avcı - toplayıcılıktan, tarım merkezli yerleşik düzene geçiş kadar köklü bir değişiklik olmadığı sürece) var olacak. Finansman ve yatırım enstrumanlarına hakim olmanın, finansal hesaplama yöntemlerini bilmenin yanında, bu işi önümüzdeki 25 yıl boyunca da yapabilmek için, finansal analiz programlarını, kriptopara ve blockchain teknolojilerini öğrenmek gerekiyor.

      Emin olun, ilk paylaşımımda verdiğim olumlu örneklerin, ikisi hariç tamamı, bilmek / öğrenmek gerekiyor dediğim şeylerin (kendi alanlarıyla ilgili) tamamını bilir / öğrenmiş durumdadır. İki istisnadan birinin insan ilişkileri insan üstüdür; diğeri de zaten çizgi altıdır 🙂

      Son paylaşımımda olumsuz örnek olarak verdiğim, bilmek / öğrenmek gerekiyor dediğim şeyleri bilmeyen / öğrenmeyen, bilemeyen / öğrenemeyenlerin ise, biri Kuşadası'nda bir yandan çocuğuna bakıyor, diğer yandan kaptan kocasının seferden dönmesini bekliyor. Diğeri Datça'da bir yandan zıpkınla balık vuruyor, diğer yandan DV-2020 talihlisi olup, Trump Başgan memleketi göçmenlere kapatmadan önce Amerika'ya giriş yapıp, green card'ını cebine koyabilenlerden olduğu için, kara kara Amerika'da ne iş yapacağını düşünüyor. Sonuncusu ise, bir yandan kendine Erdek ya da Şarköy'de denize sıfır müstakil ev bakarken, diğer yandan DV-2021 sırası kendisine gelecek mi diye bekliyor. Amerika'da ne iş yapacağının kaygısı onda da yok değil 🙂

      posted in Yüksek Lisans ve Doktora
      kingocali
      kingocali
    • RE: Amerika'da MBA yapmak?

      @Bilalcan Rica ederim.

      Bahsi geçen bilimlerin atası Ekonomi. İşletmelerin ekonomisi önem kazandıkça, İşletme, Ekonomi'den türemiş bir bilim dalı. İşletmelerde bilişim sistemlerinin kullanımı ve önemi arttıkça, Yönetim ve Bilişim Sistemleri, İşletme'den türemiş bir bilim dalı. Hangisinin seçilmesi gerektiği sorusuna verilecek cevap, sizin "sınırlı kaynakların en iyi şekilde yönetilmesi" sorunsalını hangi ölçekte ele almak istediğinizle doğrudan alakalı. Ülkeler, bölgeler (Makroekonomi), toplumlar, sektörler (Mikroekonomi) bazında ele almak istiyorsanız, Ekonomi; işletmeler (General Management), işletme tedarikçileri (Supply Chain Management), işletme müşterileri (Marketing), işletme departmanları (Management & Organization / Organizational Behavior), işletme çalışanları (Human Resource Management) bazında ele almak istiyorsanız, İşletme; İşletme biliminin gereklerini, dijital ortamda simüle, optimize, opere ve rapor etmek istiyorsanız, Yönetim ve Bilişim Sistemleri.

      Ekonomi mezunu, tam bir "generalist" oluyor. Çalışabileceği alanlar daha geniş, daha fazla (muhasebecilikten borsacılığa, kamu yönetiminden diplomatlığa kadar). İş bulması daha uzun sürebilir; iş güvenliği daha az olabilir. Yönetim ve Bilişim Sistemleri mezunu, tam bir "specialist" oluyor. Çalışabileceği alanlar daha sınırlı (Bilişim sistemlerini süreçlerinde yoğun olarak kullanan bir işletmede çalışacak). İhtiyaç büyük olduğu için, günümüz şartlarında iş bulması daha kısa sürer; iş güvenliği daha fazla olur. Benim son derece şahsi ve subjektif görüşüme göre, İşletme hem yeterince genel, hem de yeterince özel olduğu için, en optimali; en güvenlisi. Yalnızca lisans okuyacak olsaydım, İşletme tercih ederdim.

      Ancak siz MBA yapmakta kararlı görünüyorsunuz. Aynı şeyleri iki kere okumanın faydası sınırlı olacağı için, lisansta Ekonomi, yüksek lisansta İşletme sizin için mantıklı bir seçim olabilir. Ekonomi, İşletme, Finans mezunlarına MBA diplomasını daha kısa sürede veren okullar mevcut (Ekonomi, Finans derslerinden muaf tutup, bir senede MSBA (Master of Science in Business Administration) diploması veriyorlar). Bu, daha ekonomik bir seçim ve hayata atılmanın daha kısa bir yolu olabilir.

      Yine de, kendini geliştirmenin sınırı olmadığı için, Ekonomi - İşletme Çift Anadal seçeneğini değerlendirmekte fayda olabilir. Biri okunurken / okunduktan sonra, diğeri Açıköğretim'den bitirilebilir. Uzmanlaşma işi, yüksek lisans seviyesine bırakılabilir. Burada da belirleyici faktör, sizin kendinizi ne kadar zorlamak istediğiniz ve zorlamaya başladıktan sonra ne kadarına dayanabileceğiniz olacaktır.

      Seçiminizi etkileyecek değişkenler çok fazla olduğu için, tek ve mutlak bir cevap vermek mümkün de, doğru da değil. Bu yüzden, onun yerine, bütün ihtimalleri önünüze sermek istedim. Zaten bizim ülkede istediğiniz bölümü kazanacağınızın bir garantisi de yok. Bu sebepten, ben olsam, hem Ekonomi, hem İşletme yazar (yüksek lisans da planladığınız için, bu aşamada Yönetim ve Bilişim Sistemleri gibi uzmanlık alanlarına girmez), önce nereye yerleşebildiğime bakar, yol haritamı ona göre çizerdim. Hangisini kazanırsam, diğeriyle Çift Anadal yapmaya çalışır, olmuyorsa, diğerini Açıköğretim'den almaya çalışır, olmuyorsa, okul bittikten sonra işe girip, MBA için tecrübe biriktirirken Açıköğretim seçeneğini zorlardım.

      Son olarak, birini kazanmışken, diğerini zorlamamın sebebini de kısaca açıklayayım: İnsanın hayatı iyi mi gidecek, kötü mü gidecek, ne zaman iyi, ne zaman kötü gidecek, ne kadar iyi, ne kadar kötü gidecek; bilmenin imkanı yok. Kendinizi ne kadar çok geliştirirseniz, ihtimalleriniz ve şansınız o oranda artar. O yüzden, yaşınız genç, enerjiniz bolken, kendinizi zorlayıp, hayatınızın erken yıllarında mümkün olduğunca çok donanım edinmeniz önemli.

      Sebebini de, Amerika'da benimle aynı sınıfta MBA yapmış, ama kalıcı olamamış üç örnekle açıklayayım (Olumlu örnekleri daha önce vermiştim. Üç örnekten biri de benim):

      ODTÜ Fizik + SDSU MBA --> İşsiz
      İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği + SDSU MBA --> İşsiz
      İstanbul Üniversitesi Makine Mühendisliği + SDSU MBA + İstanbul Üniversitesi MSc in Marketing Management --> İşsiz

      Yaşlar 42 ile 46 arasında değişiyor. Allah'tan hepimiz aileden varlıklıyız da, hiçbirimiz sıkıntı çekmiyoruz.

      Umarım aydınlatıcı ve faydalı olabilmişimdir...

      posted in Yüksek Lisans ve Doktora
      kingocali
      kingocali
    • RE: Amerika'da MBA yapmak?

      @Bilalcan "Kalıcı olma olasılığı" ile ilgili de, başka bir başlık altında paylaştığım ve yine şahsen yaşanmış, somut, objektif gözlemlerime dayanan aşağıdaki yazıma bir göz gezdirmenizi öneririm. Saygılar...

      https://yesilkartforum.com/forum/topic/3430/dv2022-bekleme-odası/2494?_=1611431358103

      posted in Yüksek Lisans ve Doktora
      kingocali
      kingocali
    • RE: Amerika'da MBA yapmak?

      @Bilalcan Selamlar, saygılar. Amerika'da MBA yapmış, ama kalıcı olamamış biri olarak, objektif tecrübelerimi ve subjektif tavsiyelerimi paylaşıyorum.

      MBA'de iş tecrübesi şartı olmasına rağmen, mevcut iş tecrübelerimi abartıp, olduklarından önemliymiş gibi gösterek programa kabul aldım. Sınıfta benim gibi yapan başka Türk arkadaşlar da vardı (Ben dahil, 4 adet). Gerçekten ve oldukça değerli iş tecrübeleri olanlar da vardı (2 adet). MBA'den en iyi verimi, gerçekten ve oldukça değerli iş tecrübeleri olan arkadaşlar elde ettiler. O iş tecrübesi şartının orada olmasının bir nedeni olduğunu, bizzat yaşayarak tecrübe ettim. Benim (ve 3 arkadaşım) gibi şartı esnetmeye çalışmaktansa, lisans eğitiminizden sonra Türkiye'de yeterli süre çalışıp, o şartın hakkını vererek, içini doldurduktan sonra MBA'e başvurmanızı tavsiye ederim.

      Ben ve MBA'den sonra Amerika'da kalıcı olamayan diğer arkadaşlar, kendimize, General Management, Marketing, (teknik becerilerle içini dolduramadığımız) Information Systems gibi, okuması nispeten eğlenceli ve bitirmesi nispeten kolay specialization'lar seçmiştik. Amerika'da kalıcı olan arkadaşlar ise, ellerini taşın altına koyup, Amerika'da ihtiyaç duyulan alanlara yöneldiler. Bizim okuldan, dönemden ya da sınıftan olsun ya da olmasın; MBA mezunu olup da, Amerika'da kariyer sahibi olmayı başaran arkadaşlar (sonuncusu hariç), hep matematik ağırlıklı (sonuncusu biyokimya ağırlıklı), nispeten teknik alanlara yoğunlaşanlar arasından çıktı (İlki, eşi Türk olan bir Amerikalı; kalanların hepsi Türk):

      Lisansını hangi okul ve bölümde aldığını bilmediğim arkadaş, Pace'te Accounting üzerine MBA yaptı. CPA sertifikası aldı. Deloitte'ta Auditor, Senior Auditor, Manager, Senior Manager; Goldman Sachs'te Senior Manager, Vice President'lık yaptı. İki çocuk sahibi olduktan sonra, çalışma saatlerinin daha uygun olduğu Federal Reserve Bank of New York'a geçti.

      Lisansını İTÜ Makine Mühendisliği'nden alan arkadaş, SDSU'da Supply Chain Management üzerine MBA yaptı. Solar Turbines'de Project Engineer, Project Manager olarak çalıştı. Ortağıyla birlikte, kendi e-ticaret şirketlerini kurdular. 3 yıl arka arkaya, Amerika'nın en hızlı büyüyen ilk 5000 şirketi arasına girdiler.

      Lisansını İTÜ Makine Mühendisliği'nden alan başka bir arkadaş, USD'de Supply Chain Management ve Finance üzerine MBA, yine USD'de E-Commerce üzerine Masters in Information Technology yaptı. Önce senelerce bir fintech şirketi olan Intuit'te çalıştı. Sonra bir üstteki arkadaşla ortak e-ticaret şirketi kurdular. Aynı başarıyı paylaştılar.

      Lisansını Boğaziçi Makine Mühendisliği'nden alan arkadaş, SDSU'da Entrepreneurship üzerine MBA yaptı. Bir ve iki üstteki arkadaşların genel müdürü oldu.

      Lisansını İTÜ Endüstri Mühendisliği'nden alan arkadaş, SDSU'da Supply Chain Management üzerine MBA yaptı. Toyota'da Planning Engineer, Novartis'te Planning Leader, Kraft Foods'da Planning Manager olarak çalıştı. Sonra kendi isteğiyle memlekete dönüp, Ülker'de Supply Chain Director oldu.

      Lisansını Yeditepe Kimya Mühendisliği'nden alan arkadaş, Rochester'da Finance üzerine MBA yaptı. Wyndham Worldwide'da Business Analyst, Heineken'da Business Analytics Manager olarak çalıştı. Şu an Verizon'da Business Intelligence Manager.

      Lisansını Bilkent Yönetim ve Bilişim Sistemleri'nden alan arkadaş, Cal State Fullerton'da Information Systems üzerine MBA yaptı. Kelley Blue Book ve Pacific Life'ta Business Analyst olarak çalıştı. Şu an Mattel'de Lead Business Analyst.

      Lisansını Mimar Sinan İstatistik'ten alan arkadaş, University of Western Georgia'da Accounting üzerine MBA yaptı. Bir Türk şirketinin New York'taki mağazasında Satış Temsilcisi olarak işe başladı. Zaman içinde, önce aynı mağazanın Satış Müdürü, sonra Ülke Satış Müdürü, sonra Ülke Müdürü, son olarak da Dünya Başkanı oldu (Türk patron, Türkiye'de, Türkiye'deki faaliyetleri yönetiyor. Arkadaş, Amerika'da, dünyanın geri kalanındaki faaliyetleri yönetiyor).

      İngilizce'yi önce SDSU ALI, sonra adını hatırlamadığım ucuz bir dil okulunda öğrenen, ön lisansını General Education üzerine Grossmont College'dan, lisansını Computer Science üzerine Cal State San Marcos'tan alan arkadaş, Southern States University'de Information Systems üzerine MBA yaptı. San Diego'nun çizgi altı dijital ajanslarında, lisansını aldığından beri Web Designer, yüksek lisansını aldığından beri Web Designer ve Social Media Specialist olarak çalışıyor.

      Lisansını Boğaziçi Moleküler Biyoloji ve Genetik'ten alan arkadaş, SDSU'da Health Services üzerine MBA yaptı. Regulatory Affairs Certification sertifikası aldı. Uzun yıllar, Amerika'daki ilaç şirketlerinde Regulatory Affairs Specialist'likten Regulatory Affairs Manager'lığa uzanan görevler yaptıktan sonra, şu an Parallaxis Consulting Group'ta Senior Regulatory Affairs Consultant.

      Biden'ın göçmenlik reformu tasarısındaki ana başlıklardan birinin "ABD'deki üniversitelerden STEM alanlarında yüksek derece alan kişilerin green card almasının kolaylaştırılması" olduğunu da düşünürseniz, mümkünse, hem lisans, hem MBA specialization'ınızın, matematik ağırlıklı, teknik bir alan olmasını tavsiye ederim.

      Zaten (dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynı şekilde yapılan = evrensel) pozitif bilim ağırlıklı teknik bir alandan mezun olup, yeterli tecrübeye de sahip olmanız halinde, dünyanın hiçbir yerinde önünüzde durabilecek bir güç tanımıyorum.

      Akademik ve göçmenlik yaşamınızda başarılar...

      posted in Yüksek Lisans ve Doktora
      kingocali
      kingocali
    • RE: Trump'ın Göçmenlik ve Çalışma Vizelerini 31 Mart 2021'e Kadar Durdurma Kararı (1 Ocak 2021)

      @crazycells Tekrar çok teşekkür ediyorum.

      posted in Gündem
      kingocali
      kingocali
    • RE: Trump'ın Göçmenlik ve Çalışma Vizelerini 31 Mart 2021'e Kadar Durdurma Kararı (1 Ocak 2021)

      @crazycells @gucarslan Öncelikle, aydınlatıcı cevaplarınız için çok teşekkür ediyorum.

      Vizenin daha 9 senesi var. Turist vizesi. Gezerim diye almıştım. Onlar hastalık konusunda benden titiz diye (Hastalık başladığından beri, Türkiye'deki anne ve babalarını ziyaret etmeye bile gelmediler. Eskiden, en fazla 2 ayda bir gelirlerdi), Amerika'daki arkadaşlara "Ben geliyorum" deyip, uçağa atlayıp gidemiyorum ama, mucize eseri evrak talebi zamanında gelir, ben evrakları zamanında gönderebilir, evrak onayı zamanında gelir ve dosya numaram da yine mucizevi şekilde current olmaya yaklaşırsa (ve o zamana kadar yasaklar uzatılmamış, yeni yasaklar getirilmemiş, ya da hastalık nedeniyle uçuşa engel başka tedbirler alınmamış olursa), arkadaşlara "Ben geliyorum" demeye bahane olur diye düşünüyorum. Gitmişken gezmezsem namerdim 🙂

      Bu durumda da, KCC'ye "Ben mülakata Amerika'da girmek istiyorum" derdini anlatmanın güçlüğü ortaya çıkıyor. DS-260'ı açtırıp, mülakat yerini değiştirmek icap eder diye tahmin ediyorum. Ama teknik olarak mülakat yerinin değiştirilebileceğinden de, "Amerika" olarak güncellenebileceğinden de, bunun kabul göreceğinden de emin değilim. Sonra, "Velev ki mülakat yerini Amerika olarak değiştirdik, peki bu durumda sağlık raporunu nereden alacağız?" sorusu gündeme geliyor. Var mıdır forumda B1/B2'den green card'a AoS yapılmasıyla ilgili soruların cevaplarını bulabileceğim bir başlık?

      posted in Gündem
      kingocali
      kingocali
    • RE: Trump'ın Göçmenlik ve Çalışma Vizelerini 31 Mart 2021'e Kadar Durdurma Kararı (1 Ocak 2021)

      Ben de bu konuda soru sormak istiyordum. Malum, başlıkların kullanımı konusunda bir hassasiyet var. Hangi başlığın daha uygun olacağını bulana kadar, konu burada açıldı. Kısmet burayaymış. Ben bu forumda, başka başlıklar altında, göçmen olmayan vizeyle adjustment of status yapılamayacağını okuduğumu hatırlıyorum. Henüz yukarıdaki videoyu izlemedim ama, Remzi Kulen, bunun dışında en az iki videosunda daha, turist vizesiyle adjustment of status yapılabileceğini söylüyor. Aslı var mıdır? Yoksa, "Deneriz; olursa olur" tarzında ticari bir yaklaşım mıdır? Turist vizesiyle gerçekten adjustment of status yapılabilir mi?

      posted in Gündem
      kingocali
      kingocali
    • RE: Türk Community College?

      Enver Yücel'in Amerika'da üniversitesi, Kanada'da koleji var.

      Washington, DC

      » Programs BAU Global

      Toronto, ON

      » Programs BAU Global

      Dil eğitimi gerekiyorsa, hem Amerika, hem Kanada'da dil okulları da var.

      Washington, DC

      » Programs BAU Global

      Toronto, ON

      » Programs BAU Global
      posted in Önlisans ve Lisans Eğitimi
      kingocali
      kingocali
    • RE: New Jersey

      Ellis Island, New Jersey

      Göçmen olarak ayak basmak için son derece nahoş bir atmosfer. İyi ki miadı dolmuş; tedavülden kalkmış.

      New York mudur, New Jersey midir; kendileri bile tartışmışlar. Davalık olmuşlar. Bir kısmı New York'muş da, diğer kısmı New Jersey'miş. Kullanımını federal hükümete bırakmışlar. Ben de buraya bırakıyorum.

      651.jpg

      652.jpg

      653.jpg

      654.jpg

      655.jpg

      656.jpg

      657.jpg

      658.jpg

      659.jpg

      660.jpg

      661.jpg

      662.jpg

      663.jpg

      664.jpg

      posted in New Jersey
      kingocali
      kingocali
    • RE: New Jersey

      Liberty Island, New Jersey

      Resmen New York toprağı ama, New Jersey sınırları içinde. Bir tuhaf. Kimsenin hakkını yememek için, ben buraya bırakıyorum 🙂

      501.jpg

      502.jpg

      503.jpg

      504.jpg

      505.jpg

      506.jpg

      507.jpg

      posted in New Jersey
      kingocali
      kingocali